İçeriğe atla
Z Harfi İle Başlayan Kelimeler (2 Kelime)
- zero (noun) sıfır
- zeroed (adjective) sıfırlanmış
- zeroing (noun) sıfırlama
- zeros (noun) sıfırlar
- zone (noun) bölge, yer, mahal
- zonal (adjective) bölgeyle ilgili, bölgesel
- zoned (adjective) bölgelere ayrılmış, imarlı
- zones (noun) bölgeler, alanlar
- zoning (noun) bölgelere ayırma, imar planı
Y Harfi İle Başlayan Kelimeler (4 Kelime)
- yard (noun) yarda; 0.9144 metre veya 3 fite eşit genişlik ölçüm birimi; evin önündeki veya arkasındaki bahçe, alan; avlu; avlu, iç bahçe, binaya bitişik çevrili açıklık alan
- yield (verb) ürün vermek, sağlamak, vermek; yol vermek; tâli yoldan ana yola girerken dikkatli / yavaş ve diğer araçları kollayarak girmek
- yield (noun) ürün, gelir, kazanç
- young (adjective) gençler, genç, yavru
X Harfi İle Başlayan Kelimeler (2 Kelime)
- x-ray (noun) röntgen, x-ışını; röntgen ışını
- x-ray (verb) röntgen filmi çekmek
W Harfi İle Başlayan Kelimeler (60 Kelime)
- wage (noun) ücret
- wage (verb) başarmak için bir dizi faaliyet düzenlemek; mücadele etmek; başlatıp sürdürmek; savaşmak
- war (noun) harp, savaş; savaş, kavga, mücadele; mücadele, çaba, savaş, teşebbüs
- warn (verb) uyarmak, ikaz etmek, uyarıp haberdar etmek; uyarmak, ikaz etmek, dikkatini çekmek, önerilerde bulunmak
- warning (adjective) uyarıcı
- warning (noun) ikaz, alarm
- waste (adjective) atık
- waste (noun) israf, kayıp, ziyan; artık, artık madde, döküntü, çöp
- waste (verb) israf etmek, boşa yere harcamak, çar çur etmek
- wave (noun) dalga; (insan) dalga; el sallama; (ses, ışık, enerji) dalga/dalgası
- wave (verb) el sallamak; sallamak, sallanmak
- way of life (noun) yaşam tarzı; hayat biçimi
- wealth (noun) zenginlik, varlık, servet
- wealthy (adjective) zengin, varlıklı, servet sahibi
- weigh (verb) tartmak; ölçüp biçmek, tartmak
- weight (noun) ağırlık; ağırlık; yük, ağır şey
- welfare (adjective) refah, mutluluk, sağlık
- welfare (noun) sağlık afiyet; refah mutluluk; esenlik; sosyal yardım parası
- west (adjective) batı
- west (adverb) batıya doğru
- west (noun) batı, batı yönü
- western (adjective) batıda, batıdan; batıda, batıdan; kuzey amerika ve batı avrupa ülkelerine ilişkin
- western (noun) abd’nin batısında olan olayları işleyen hikâye ve filmler
- westernization (noun) batılılaştırma, batılılaşma
- westernized (adjective) batılılaşmış
- whereas (conjunction) halbuki, oysa, ama
- whereby (adverb) ki bununla, ki onun vasıtasıyla
- whereby (conjunction) (onun) vasıtasıyla, sayesinde
- while (conjunction) iken, esnasında, sırasında; …oysa; …diği halde; …e karşın; halbuki; iki farklı gerçeği/durumu kıyaslarken
- while (noun) bir süre, biraz
- whilst (conjunction) …iken, … sırasında, … esnasında
- white-collar (adjective) büroda çalışan, beyaz yakalı
- whole (adjective) tüm, bütün, tümü, bütünü; tümüyle, bütünüyle, bütünce
- whole (noun) tamamı, tümü, bütünü; tüm olarak, bir bütün olarak; genel olarak, genellikle
- wide (adjective) geniş; geniş, açık; iyice açılmış; hedefin / kalenin uzağına / açığına
- wide (adverb) geniş bir şekilde, kocaman, sonuna kadar, tamamen
- width (noun) genişlik, en; havuz genişliği
- wild (adjective) vahşî, yabanî; vahşî doğa, doğal çevre; azgın, sert, enerjik, kontrolden çıkmış, deli gibi çılgın, vahşî, delice, çılgınca; fırtınalı, yağmurlu
- wild (noun) vahşi doğa; yaban, insan yaşamayan ıssız yer
- wildlife (noun) vahşî yaşam
- willing (adjective) hazır, razı, istekli
- wing (noun) kanat; uçak kanadı; çamurluk; kanat, yan taraf; aynı fikri / düşünceyi taşıyan kanat
- wire (noun) tel; kablo, tel
- wire (verb) kablo çekmek,telleri bağlamak, kabloları bağlamak; telle / kabloyla bağlamak; telgraf çekmek, telgraf göndermek
- wireless (adjective) telsiz, kablosuz
- withdraw (verb) hesaptan para çekmek; çekmek, çekip almak; geri çekmek / çekilmek; (yarışma, yarış, müsabaka vb.) çekilmek, çekilmeye karar vermek; sözünü geri almak
- withdrawal (noun) para çekme; yapmama, geri çekilme, vazgeçme; (askerî birlik) çekilme, çekme; bağımlılık yapan maddeleri kullanmayı bırakma; içine kapanma
- withstand (verb) dayanmak, karşı koymak, direnmek
- witness (noun) tanık, şahit; tanık, şahit; şahitlik, tanıklık
- witness (verb) görmek, şahit olmak; tanıklık etmek
- work (noun) iş, çaba, çalışma; iş, işyeri, çalışma yeri; iş, uğraş, meslek; faaliyetler, uğraşılar, işler, görevler; eser, ürün, çalışma
- work (verb) çalışmak; çalışmak, işlemek; işe yaramak, başarılı olmak, yürümek; çalışmak, çabalamak, çalıştırmak
- worker (noun) işçi, çalışan kişi / kimse
- workforce (noun) iş gücü, çalışanlar; iş gücü, çalışanlar
- workplace (noun) işyeri
- workshop (noun) seminer, çalıştay; atelye, atölye, işyeri
- worldwide (adjective) dünya çapında, bütün dünyada
- worldwide (adverb) dünya çapında, bütün dünyada
- worsen (verb) kötüleşmek, kötüleştirmek
- worthwhile (adjective) değer, değen
V Harfi İle Başlayan Kelimeler
- vaccinate (verb) aşı yapmak
- vaccination (noun) aşılama, aşı
- vaccine (noun) aşı
- vacuum (noun) vakum; boşluk, eksiklik, yokluk
- vacuum (verb) elektrik süpürgesiyle temizlemek
- vague (adjective) belirsiz, bulanık, flu; kafası dağınık, dalgın
- valid (adjective) mantıklı, akla uygun, makul; geçerli, muteber, hâlâ kullanılabilir
- validity (noun) geçerlilik
- valuable (adjective) (eşya) değerli, kıymetli; (bilgi, yardım, tavsiye vb.) faydalı, kıymetli, değerli
- value (noun) değer, kıymet, eder; önem, yarar
- value (verb) değer vermek, önemsemek; kıymetlisi olmak; değer biçmek, fiyat/değer belirlemek
- vaporize (verb) buharlaş(tır)mak, buğulaşmak
- vapour (noun) buhar, buğu
- variable (adjective) sıkça değişen, değişken
- variable (noun) değişken
- variation (noun) değişiklik, fark; değişim, değişme, değişiklik
- varied (adjective) değişik, çeşitli, türlü türlü
- variety (noun) çeşitlilik, değişiklik; çeşit çeşit bir yığın, farklı farklı bir sürü
- various (adjective) muhtelif, bir çok farklı biçim ve türlerde
- vary (verb) değişik olmak, farklı olmak; değişmek, değişim göstermek; değiştirmek
- vegetation (noun) bitkiler, bitki örtüsü
- vehicle (noun) araç, vasıta, taşıt, taşıt aracı, vesait
- vein (noun) damar, kan damarı; damar
- verbal (adjective) sözlü; sözlü, sözcüklerle ve kullanımıyla ilgili
- verdict (noun) jüri kararı; kanı, düşünce, hüküm, karar, yargı
- verification (noun) doğrulama
- verify (verb) doğrulamak, teyit etmek
- versatile (adjective) elinden her iş gelen, becerikli; on parmağında on marifet olan; çok amaçlı, çok yönlü; birden çok faydası/kullanımı olan
- versatility (noun) beceriklilik
- verse (noun) kıta, beyit, mısra, dize, ayet, bölüm; şiir, nazım
- versus (preposition) …a / e karşı; …a / e karşı
- vertical (adjective) dikey
- vertically (adverb) dikine bir şekilde
- veto (noun) veto, reddetme yetkisi / hakkı
- veto (verb) reddetmek, veto etmek
- viability (noun) tutarlılık, verimlilik
- viable (adjective) uygulanabilir, pratik
- victim (noun) kurban
- view (noun) görüş, düşünce, fikir; manzara, görünüm, görünüş; görüş, görme; görünüm, görüntü, görüş
- view (verb) kafasında olmak, tasarlamış olma; bakmak
- viewpoint (noun) görüş / bakış açısı
- violate (verb) ihlal etmek, bozmak, çiğnemek; saygısızlık etmek, kutsallığını bozmak, kutsalına söz etmek
- violation (noun) ihlal
- violence (noun) şiddet, sertlik kaba kuvvet kullanma; şiddet, zor, zorbalık
- violent (adjective) şiddetli, zorlu, sert; tecavüzkâr, sert, saldırgan, zora başvuran; anî ve hasar veren, güçlü, şiddetli; can yakan, acı veren, şiddet uygulayan; kızgınlık gösteren
- violently (adverb) vahşi bir şekilde
- viral (adjective) virüsle ilgili / virüs tarafından neden olunan
- virtual (adjective) âdeta, gerçekte; sanal
- virtually (adverb) hemen hemen, neredeyse, âdeta
- virus (noun) virüs; bilgisayar virüsü
- vision (noun) hayal gücü, hülya, sanı, düş, tasavvur, kuruntu; görme yeteneği, görüş; ileri görüş, geleceği tasarlama, seziş; sanrı, vecit
- vital (adjective) hayatî, çok önemli; enerji dolu, canlı, capcanlı
- vitally (adverb) hayatî derecede
- vivid (adjective) canlı ve ayrıntılı, sanki canlı gibi; canlı, parlak, pırıl pırıl
- vividly (adverb) net, berrak şekilde olan
- vocabulary (noun) kelime hazinesi, sözcük dağarcığı; bir dildeki sözcüklerin tümü; belli bir konuyu tartışmada kullanılan sözcüklerin tamamı; sözcükler ve anlamlar listesi
- vocational (adjective) meslekî
- volatile (adjective) dengesiz, havaî, kaypak, gelgeç; dengesiz, kararsız, değişken
- volatility (noun) sinirlenme, ani değişiklik gösterme
- volcanic (adjective) volkanik
- volcano (noun) yanardağ, volkan
- volt (noun) volt
- voltage (noun) voltaj
- volume (noun) ses ayarı / seviyesi; yüklü sayı / miktar; hacim; cilt
- voluntarily (adverb) istekli bir şekilde
- voluntary (adjective) gönüllü; isteğe bağlı, ihtiyarî
- volunteer (adjective) gönül rızası ile yapılan; gönüllülerden oluşan
- volunteer (noun) gönüllülük; gönüllü, gönüllü kişi
- volunteer (verb) gönüllü yapmak / olmak; orduya gönüllü kaydolmak / katılmak; istenilmeden bilgi vermek
- vote (noun) oy; oylama
- vote (verb) oy kullanmak / vermek
- voter (noun) seçmen, oy kullanan kimse
- vulnerability (noun) kırılganlık, kırılabilirlik
U Harfi İle Başlayan Kelimeler
- ultimate (adjective) en büyük / yüksek / önemli / güçlü; asıl; en son, nihaî
- ultimate (noun) en iyi, en uç
- ultimately (adverb) sonunda, nihayetinde, eninde sonunda; temelde, aslında, esasında
- unambiguous (adjective) anlamı açık; açık, belirsizliğe yer/mahal vermeyen
- unambiguously (adverb) açık bir şekilde; tartışmasız bir şekilde, kesin bir şekilde, belirsizliğe yer vermeden
- unanimous (adjective) oy birliği ile üzerinde uzlaşılan; herkesçe kabul edilen; genel kabul gören
- unanimously (adverb) oy birliği ile kabul edilmiş
- underestimate (verb) gerçek değerinin altında değer biçmek; eksik tahmin etmek; küçümsemek, hafife almak; değersizmiş gibi davranmak
- undergo (verb) maruz kalmak, geçirmek, başından geçmek, uğramak, katlanmak
- undergraduate (noun) üniversite öğrencisi
- underline (verb) altını çizmek; vurgulamak, önemini belirtmek
- undermine (verb) ürkütmek, zayıflatmak, baltalamak, sabote etmek, sarsmak
- underprivileged (adjective) ikinci sınıf, ortadirek; ayrıcalıksız; imkânları kıt olan
- understand (verb) anlamak, kavramak; anlamak, anlam vermek; anlamak, anlayış göstermek
- understanding (adjective) anlayışlı, hoşgörülü
- understanding (noun) anlayış, anlama, kavrama; anlaşma, uzlaşma; anlayış, hoşgörü; öğrenme, anlama, kavrama
- undertake (verb) üstlenmek, yüklenmek, yapmayı kabul etmek
- undertaking (noun) zor/önemli iş / görev / girişim / teşebbüs; yasal / resmî vaad / taahhüt / söz / antlaşma
- undoubted (adjective ) şüphe götürmez, su götürmez, kesin, mutlak, şüphesiz
- undoubtedly (adverb) hiç süphesiz, şüphesiz ki; kesinlikle
- unemployed (adjective ) işsiz, boşta gezen, boşta
- unemployment (noun) işsizlik sayısı; işsizlik
- unethical (adjective ) ahlaksızca, gayri ahlâkî
- unforeseen (adjective ) beklenmedik, umulmadık
- unfortunate (adjective ) talihsiz, esef verici, üzücü; şanssız, bahtsız, kadersiz
- unfortunately (adverb) maalesef, ne yazık ki, korkarım ki
- unification (noun) birleşme, birleştirme
- uniform (adjective ) bir örnek, aynı tipte, değişmeyen, aynı
- uniform (noun) üniforma, forma
- uniformity (adjective) bir örnek, aynı tipte, değişmeyen, aynı
- uniformity n benzerlik (noun) benzerlik
- uniformly (adverb) benzer bir şekilde
- unify (verb) birleştirmek
- union (noun) sendika; birlik
- unit (noun) birim, tim, ekip, grup; birim, ölçü birimi; birim; ünite; ünite, blok, tertibat; bölüm, blok, ünite
- universal (adjective) evrensel, genel, üniversal
- universally (adverb) evrensel bir şekilde
- universe (noun) kâinat, evren
- university (noun) üniversite
- unlikely (adjective) olası olmayan, muhtemel olmayan, ihtimal dışı; muhtemelen doğru olmayan, inanması zor
- unnecessarily (adverb) gereksizce
- unprecedented (adjective) eşsiz, emsalsiz, hiç rastlanmamış,
- unpredictable (adjective) tahmin edilemeyen, kestirilemeyen, sağı solu belli olmayan
- unrest (noun) huzursuzluk, rahatsızlık, karışıklık, karmaşa
- unspecified (adjective) açıkça belirtilmemiş
- unspoiled (adjective) bozulmamış, henüz dokunulmamış, zarar/hasar görmemiş
- unstable (adjective) dengesiz, istikrarsız, kararsız; dengesiz, ne yapacağı belli olmayan; dengesiz, sabit olmayan
- upbringing (noun) yetişme, yetiştirme, terbiye, aile terbiyesi
- update (noun) yeni/güncel bilgi; günümüze uyarlama, çağdaş / güncel forma sokma
- update (verb) güncelleştirmek, yeni bilgiler ilave etmek; güncel hâle getirmek; modernleştirmek, çağdaş hâle getirmek
- uphold (verb) uygun bulmak, onaylamak, kabul etmek; arka çıkmak, desteklemek
- upper (adjective) üst, üstteki; üst tabakadan, yüksek tabakadan, zenginler sınıfından
- urban (adjective) kentsel, şehre / kente / modern yaşama dair / ait
- urbanized (adjective) şehirleştirilmiş, kentleşmiş
- usage (noun) kullanım, kullanış; kullanılan miktar, kullanım şekli/biçimi
- use (noun) kullanma, kullanım; fayda, yarar; (sözcük) kullanım; kullanım şekli
- use (verb) kullanmak; almak, kullanmak; kullanmak, istismar etmek, sömürmek; kullanmak, yazmak, söylemek
- useful (adjective) faydalı, yararlı
- user (noun) kullanıcı, kullanan kişi
- user-friendly (adjective) kullanıcı dostu; kullanana yarar sağlayan; kolay kullanıma yatkın
- usual (adjective) alışılmış, her zamanki, olağan, mutat
- usually (adverb) genellikle, çoğu kez, çoğunlukla, ekseriyetle
- utility (noun) kamu hizmeti, hizmet programı, kamu hizmet kuruluşu; yararlılık, fayda, olanak
- utilization (noun) kullanım, yararlanma
- utilize (verb) yararlanmak, faydalanmak
T Harfi İle Başlayan Kelimeler
S Harfi İle Başlayan Kelimeler
R Harfi İle Başlayan Kelimeler
Q Harfi İle Başlayan Kelimeler (24 Kelime)
- qualification (noun) yeterlik, yeterlik belgesi; nitelik, özellik, vasıf; yeterli olmak; vasıfları / nitelikleri koşulları karşılama; sınırlama, yeni şeyler ilave etme; kesinliğini azaltma
- qualified (adjective) yeterli, vasıflı, yetkin olan, sınavı / dersleri başarmış olan; sınırlandırılmış
- qualify (verb) yeterli hâle gelmek / getirilmek; yeterli bulmak / bulunmak; başarılı olmak; başarmak; kendini kanıtlamak; yetkilendir(il)mek; hak kazanmak; katılmayı başarmak; hak kazanmak; sınırlandırmak, kapsamını daraltmak
- qualitative (adjective) nitelik, niteliğe ait
- qualitatively (adverb) nitelikle ilgili
- quality (adjective) çok üstün, çok iyi
- quality (noun) kalite, nitelik, vasıf; kalite; vasıf, özellik, kişilik, nitelik, huy
- quantifiable (adjective) ölçülebilir
- quantify (verb) miktarını / niceliğini belirlemek / ölçmek / ifade etmek
- quantitative (adjective) nicel, miktar ile ilgili; kantitatif
- quantitatively (adverb) nicelik olarak, miktar olarak
- quantity (noun) nicelik, miktar, sayı, çokluk
- quarter (noun) çeyrek, dörtte bir; çeyrek kala / geçe; yılın dörtte biri, üç aylık dönem; üniversite ve yüksekokulda yıllık dört dönemden her biri; çeyrek dönem; spor oyunlarında çeyrek periyod; oyunun dörtte biri; mahalle, semt, muhit; 25 sent; doların dörtte biri
- quarterly (adjective) üç ayda bir, üç aylık
- quarterly (adverb) yılda dört kez olan; üç ayda bir olan
- query (noun) soru, sual
- query (verb) soru sormak
- question (noun) soru, sual; sorun, mesele, problem; şüphe, kuşku
- question (verb) soru sormak / yöneltmek; şüphe etmek, kuşku duymak; dan/den pek emin olamamak
- questionnaire (noun) anket, sormaca
- quota (noun) kota, kontenjan
- quotation (noun) alıntı, aktarma, iktibas; muhtemel maliyet/fiyat; olası fiyat
- quote (noun) alıntı, aktarma, iktibas
- quote (verb) alıntı yapmak, aktarmak; kaynak veya örnek olarak alıntılarla söylediklerini desteklemek; fiyat vermek; maliyet çıkarmak