İçeriğe atla
P Harfi İle Başlayan Kelimeler
- Pact (n) Pakt, anlaşma, sözleşme
- Painful (adj) Acıtan, ağrıtan, eziyetli
- Painless (adj) Acısız
- Pair (n) Eş, çift
- Pale (adj) Sararmış, soluk, solgun
- Pan out (phr.v) Sonuç vermek, başarmak
- Paradise (n) Cennet, Aden
- Paradox (n) Mantıkla çelişen ama doğru olan söz, paradox
- Paralyse (v) Felç etmek, aksatmak
- Paralyze (v) Felç etmek, durdurmak, aksatmak
- Parcel (n) Paket, koli, parsel
- Partial (adj) Kısmi, tam olmayan, taraflı
- Partially (adv) Kısmen
- Participant (n) Katılımcı, iştirakçi
- Participate (v) Katılmak, ortak olmak, pay almak
- Particle (n) Tanecik, molekül, parçacık
- Particular (adj) Belli, belirli, özel, özgü
- Particularly (adv) Özellikle, bilhassa, ayrıntılı olarak
- Partition (n) Bölme, ayırma, taksim etme
- Partly (adv) Kısmen
- Pass away (phr.v) Vefat etmek, ölmek
- Pass on (phr.v) İletmek, transfer etmek, aktarmak
- Pass out (phr.v) Bayılmak
- Pass over (phr.v) Görmezden gelmek
- Passion (n) Hırs, ihtiras, tutku
- Passionate (adj) Tutkulu, ihtiraslı, hırslı
- Path (n) Yol, patika
- Patient (adj) Sabırlı, hoşgörülü, dayanıklı
- Pattern (n) Örnek, eşantiyon, şablon
- Pay back (phr.v) Acısını çıkarmak, öcünü almak, geri ödemek
- Pay for (phr.v) Bir şeyin parasını ödemek
- Peace (n) Barış, sulh, huzur, rahat
- Peak (n) Zirve, doruk, tepe
- Pearl (n) İnci, sedef
- Peasant (n) Köylü
- Peculiar (adj) Has, özgün, özel, acayip
- Pedestrian (n) Yaya
- Peel (v) Kabuğunu soymak, soymak
- Penalty (n) Ceza, para cezası, penaltı
- Penetrate (v) İçine girmek, sokulmak
- Pension (n) Emekli maaşı, emekli
- Perceive (v) Algılamak, hissetmek, sezmek
- Percentage (n) Yüzde, yüzdesi, oran
- Perception (n) Algılama, idrak, algı
- Perch (v) Tünemek, konmak, oturmak
- Perfect (adj) Mükemmel, kusursuz
- Perform (v) Yapmak, yerine getirmek, uygulamak
- Performance (n) Gösteri, oyun, performans
- Periodical (n) Dergi, mecmua
- Perish (v) Ölmek, can vermek, çürümek
- Permanent (adj) Sürekli, kalıcı, daimi
- Permanently (adv) Daimi olarak, temelli olarak
- Permit (v) İzin vermek, olanak vermek
- Pernicious (adj) Zararlı, muzır, ölümcül
- Perpetrate (v) Suç işlemek
- Perpetual (adj) Sürekli, aralıksız, daimi
- Perplex (v) Kafa karıştırmak, şaşırtmak
- Persecute (v) Eziyet etmek, acı çektirmek
- Persist (v) Devam etmek, sürdürmek, ısrar etmek
- Persistent (adj) Devamlı, sürekli, kalıcı
- Personally (adv) Şahsen, kişisel olarak
- Persuade (v) İkna etmek, razı etmek, kandırmak
- Pert (adj) Şımarık, arsız
- Pertain (v) Ait olmak, dair olmak, ilgili olmak
- Pervade (v) Yayılmak, yaygınlaşmak
- Pervasive (adj) Nüfuz eden, yaygın
- Pessimistic (n) Kötümser, karamsar, pesimisttik
- Pesticide (n) Böcek zehri, zararlı bitki zehri
- Phase (n) Safha, evre, faz, aşama
- Phenomenon (n) Olgu, fenomen, algılanabilen şey
- Phrase (n) Deyiş, ifade, tabir
- Pick on (phr.v) Sataşmak, uğraşmak
- Pick out (phr.v) Seçmek
- Pick up (phr.v) Yerden kaldırmak, almak, kaldırmak
- Pick (v) Toplamak, koparmak, yolmak
- Pile (v) Yığmak, istif etmek
- Pilgrimage (n) Hac, hacılık, hac yolculuğu
- Pin down (phr.v) Mecbur etmek, zorunlu kılmak
- Pioneer (v) Çığır açmak, öncü olmak
- Pistol (n) Tabanca
- Pity (n) Merhamet, acıma, acınacak şey, üzücü
- Plague (n) Veba, belâ, felâket, dert
- Plaintiff (n) Davacı, şikâyetçi
- Plant (n) Bitki
- Plausible (adj) Akla yakın, makul, mantıklı
- Play back (phr.v) Banttan çalmak, kayıttan dinlemek
- Play down (phr.v) Önemsememek
- Play out (phr.v) Tükenmek, bitirmek
- Play up (phr.v) Vurgulamak, üzerinde durmak
- Playwright (n) Oyun yazarı
- Pleasant (adj) Hoş, güzel
- Plentiful (adj) Bol, çok, bereketli
- Plenty (adj) Çokluk, bolluk, bereket
- Pliable (adj) Bükülebilir, katlanır, esnek
- Plot (n) Komplo, entrika, fesat
- Pluck (v) Çekmek, sürüklemek
- Plug (n) Priz, tıpa, tıkaç, fiş
- Plunder (v) Yağmalamak, talan etmek
- Plunge (v) Daldırmak, batırmak, saplamak
- Poignant (adj) Acı, dokunaklı, keskin
- Point out (phr.v) Belirtmek, işaret etmek, göstermek
- Point (v) Göstermek, işaret etmek
- Pointless (adj) Anlamsız, manasız, saçma
- Poison (n) Zehir
- Poisonous (adj) Zehirli, fesat, kötü niyetli
- Polar (adj) Kutup, kutupsal
- Pole (n) Kutup
- Policy (n) Politika, siyaset
- Polish (n) Polonyalı, polonyaca
- Polite (adj) Kibar, nazik, terbiyeli, ince
- Politician (n) Politikacı
- Poll (v) Oy vermek, kamuoyu yoklaması yapmak
- Pollutant (n) Çevre kirliliğine yol açan madde
- Pollute (v) Kirletmek, bozmak
- Pollution (n) Kirlenme, kirletme
- Pond (n) Gölet, gölcük, havuz
- Pool (n) Havuz, gölcük, gölet
- Populate (v) İnsan yerleştirmek(doldurmak)
- Population (n) Nüfus
- Populous (n) Yoğun nüfuslu, kalabalık
- Pore (n) Gözenek
- Port (n) Liman
- Portable (adj) Portatif, seyyar, taşınabilir
- Portion (n) Porsiyon, pay, hisse, parça
- Portrait (n) Portre, vesikalık fotoğraf
- Portray (v) Portresini yapmak, tasvir etmek
- Pose (v) Poz vermek, tavır takınmak
- Posit (v) Yerleştirmek, yerine koymak, öne sürmek
- Possess (v) Sahip olmak, elinde bulundurmak
- Possibility (n) Olasılık, ihtimal, olanak
- Possible (adj) Olası, mümkün
- Posterity (n) Gelecek kuşaklar, soy, nesil
- Postpone (v) Ertelemek, tecil etmek
- Postulate (v) Varsaymak, farz etmek
- Postwar (adv) Savaş sonrası, savaştan sonraki
- Potential (adj) Potansiyel, olası
- Potentially (adv) Olabilir, mümkün olarak, potansiyel olarak
- Pouch (n) Kese, torba, torbacık
- Pour (v) Dökmek, akıtmak, boşaltmak
- Poverty (n) Yoksulluk, fakirlik
- Practically (adv) Hemen hemen, neredeyse
- Practice (n) Pratik, idman
- Practitioner (n) Pratisyen, doktor
- Prairie (n) Çayır, kır
- Praise (v) Övmek, methetmek, şükretmek
- Precarious (adj) Güvenilmez, belirsiz, tutarsız
- Precaution (n) Önlem, tedbir
- Precede (v) Önce gelmek, önce olmak
- Precious (adj) Kıymetli, değerli
- Precipitous (adj) Dik, sarp, aceleci, çabuk
- Precise (adj) Tam, kesin, belirli, belli
- Preconceive (v) Peşin hüküm vermek, önyargılı olmak
- Predict (v) Önceden haber vermek, tahmin etmek
- Predominant (adj) Üstün, baskın, ağır basan, hakim
- Preface (n) Önsöz
- Prefer (v) Tercih etmek, yeğlemek
- Preferable (adj) Daha iyi, tercih edilir
- Preference (n) Tercih, yeğ tutma
- Pregnant (adj) Gebe, hamile, yaratıcı
- Prehensile (adj) Kavrayabilen, tutma yeteneği olan
- Prehistoric (adj) Tarih öncesi, tarih öncesine ait
- Prejudice (n) Önyargı, peşin hüküm
- Preliminary (adj) Ön, ilk, başlangıç
- Premium (n) Prim, ödül, ikramiye, kâr payı
- Prepare (v) Hazırlamak, hazırlık yapmak
- Preposterous (adj) Akıl almaz, mantıksız, akılsız
- Prescribe (v) İlaç yazmak (doktor), reçete yazmak
- Prescription (n) Reçete, ilaç yazma, emir
- Presence (n) Varlık, varoluş, tavır
- Present (n) Hediye
- Preserve (v) Korumak, muhafaza etmek
- Preside (v) Başkanlık etmek, yönetmek
- President (n) Başkan, cumhurbaşkanı
- Press (v) Baskı yapmak, sıkıştırmak, bastırmak
- Pressure (n) Baskı, zorlama, sıkıntı
- Prestige (n) Prestij, saygınlık, itibar
- Prestigious (adj) Prestijli, saygın, tanınmış
- Presumably (adv) Herhalde, galiba, muhtemelen
- Presume (v) Varsaymak, farz etmek, tahmin etmek
- Pretend (v) Yalandan yapmak, numara yapmak
- Pretty (adj) Hoş, güzel
- Prevail (v) Galip gelmek, yenmek, hüküm sürmek
- Prevent (v) Önlemek, engel olmak
- Previous (adj) Önceki, eski, evvelki
- Prey (n) Hayvanın avı
- Price (n) Fiyat
- Pride (n) Gurur, kibirlilik
- Primarily (adv) İlk olarak, öncelikle, başlıca
- Primary (adj) İlk, biri, başlıca, ana, temel
- Prime (adj) En önemli, başlıca, asal
- Primeval (adj) İlkel, ilk çağa ait
- Primitive (adj) İlk, ilkel, ilk çağa ait
- Prince (n) Prens, şehzade, hükümdar
- Principal (adj) Baş, ana, asıl, esas
- Principle (n) Prensip, ana, esas
- Print (v) Basmak, yayınlamak
- Prior (adj) Önceki, eski, önce
- Priority (n) Kıdem, öncelik
- Prison (n) Hapishane, cezaevi, kodes
- Privacy (n) Mahremiyet, kişiye özellik
- Private (adj) Özel, kişisel, şahsi
- Privately (adv) Özel olarak
- Privilege (n) Ayrıcalık, imtiyaz, dokunulmazlık
- Prize (n) Ödül, mükâfat, ikramiye
- Probability (n) Olasılık, ihtimal
- Probable (adj) Olası, mümkün, muhtemel
- Probably (adv) Muhtemelen, olasılıkla, galiba
- Probe (v) Deşmek, soruşturmak, araştırmak
- Procedure (n) Prosedür, işlem, usul, muamele
- Proceed (v) İlerlemek, devam etmek
- Process (n) Yöntem, işlem, süreç
- Proclaim (v) İlan etmek, duyurmak, bildirmek
- Prodigious (adj) Müthiş, şaşılacak, olağanüstü
- Produce (v) Üretmek
- Product (n) Ürün, mahsul, sonuç
- Production (n) Üretme, üretim, yapım
- Productive (adj) Üretken, yaratıcı, verimli
- Profession (n) İş, uzmanlık alanı, meslek
- Profit (n) Kâr, kazanç, getiri
- Profound (adj) Derin, çok derin, bilge
- Progress (v) İlerlemek, ileri gitmek
- Prohibit (v) Yasaklamak, menetmek, yasak etmek
- Prohibition (n) Yasaklama, yasak
- Project (n) Proje, tasarı, plan
- Proliferation (n) Çoğalma, üreme, tomurcuktan üreme
- Prolific (adj) Doğurgan, çabuk üreyen
- Prolong (v) Uzatmak, sürdürmek
- Prominent (adj) Belirgin, belli, göze çarpan
- Promise (v) Söz vermek, vaat etmek
- Promote (v) Yükseltmek, terfi ettirmek
- Promotion (n) Reklâm, tanıtım, terfi, artırma
- Prompt (v) Harekete geçirmek, teşvik etmek
- Prone (adj) Eğimli, meyilli, yatkın
- Proof (n) Kanıt, delil, ispat
- Propel (v) İleriye itmek, itmek, sevk etmek
- Proper (adj) Tam, doğru dürüst, uygun
- Properly (adv) Düzgün bir şekilde
- Property (n) Eşya, emlâk, mal, mülk
- Proportion (n) Oran, nispet, pay, kesim
- Proposal (n) Öneri, teklif, evlenme teklifi
- Propose (v) Önermek, teklif etmek
- Proprietor (n) Sahip, mal sahibi, mülk sahibi
- Prosecute (v) Dava açmak, yürütmek, takip etmek
- Prosecutor (n) Savcı
- Prospect (n) Beklenti, olasılık, umut
- Prosper (v) Başarılı olmak, başarmak
- Prosperity (n) Zenginlik, refah, bolluk
- Prosperous (adj) Başarılı, zengin, refah
- Protagonist (n) Kahraman (hikâye), elebaşı
- Protect (v) Korumak, gözetmek
- Protection (n) Koruma, muhafaza, himaye
- Protest (v) İtiraz etmek, protesto etmek
- Protract (v) Uzatmak, süresini uzatmak
- Proud (adj) Gurur verici, gururlu
- Prove (v) Kanıtlamak, ispat etmek
- Provide (v) Sağlamak, karşılamak, temin etmek
- Province (n) İl, vilâyet, uzmanlık alanı
- Provocative (adj) Kışkırtan, tahrik eden
- Provoke (v) Kışkırtmak, tahrik etmek, kızıştırmak
- Prowl (v) Sinsice dolaşmak, fırsat kollamak
- Proximity (n) Yakınlık, yakın olma
- Psyche (n) Ruh, akıl
- Psychology (n) Psikoloji, ruhbilim
- Public (n) Kamu, kamusal, halk
- Publication (n) Yayınlama, yayın, neşriyat
- Publicity (n) Tanıtım, tanıtma, reklâm
- Publicly (adv) Alenen, herkesin içinde
- Publish (v) Yayınlamak, basmak
- Pull down (phr.v) Sağlığını bozmak, yok etmek
- Pull off (phr.v) Başarmak, elde etmek
- Pull out of (phr.v) Bırakmak, terk etmek
- Pull out (phr.v) Çekip çıkarmak, dışarı çekmek
- Pull over (phr.v) Arabayı kenara çekmek
- Pull through (phr.v) Şifa bulmak, iyileşmek
- Pull up (phr.v) Durmak, sağa çekmek
- Pull (v) Çekmek, asılmak
- Pulley (n) Makara, palanga, kasnak
- Pulse (n) Nabız, nabız atışı
- Punch (v) Yumruklamak, zımbalamak
- Punctual (adj) Dakik
- Puncture (v) Patlatmak, delmek
- Punish (v) Cezalandırmak, ceza vermek
- Punishment (n) Ceza, cezalandırma, sert davranma
- Pupil (n) Öğrenci
- Purchase (v) Satın almak, elde etmek, kazanmak
- Pure (adj) Saf, arı, katıksız
- Purify (v) Arıtmak, temizlemek, saf hale getirmek
- Purity (n) Saflık, temizlik, namus
- Purpose (n) Amaç, maksat, niyet
- Pursue (v) İzlemek, peşinde koşmak
- Pursuit (n) Kovalama, takip, araştırma
- Push on (phr.v) İlerlemek
- Push (v) İtmek
- Put across (phr.v) Taşımak, iletmek, götürmek
- Put away (phr.v) Kenara koymak, biriktirmek, kaldırmak
- Put back (phr.v) Engel olmak, geciktirmek
- Put down (phr.v) Rezil etmek, fırçalamak
- Put forward (phr.v) Öne sürmek, iddia etmek
- Put in for (phr.v) Ricada bulunmak
- Put in (phr.v) Katmak, ilave etmek, eklemek
- Put off (phr.v) Ertelemek
- Put on (phr.v) Giymek, takmak
- Put out of (phr.v) Dışında bırakmak, hariç bırakmak
- Put out (phr.v) Söndürmek
- Put over (phr.v) Ertelemek, tecil etmek
- Put pressure on (phr.v) Baskı yapmak, sıkıştırmak
- Put through (phr.v) Telefonu bağlamak, bağlamak
- Put up with (phr.v) Katlanmak, dayanmak, tahammül etmek
- Put up (phr.v) Misafir etmek, ağırlamak
- Puzzle (v) Şaşırtmak, kafasını karıştırmak