Kategoriler
Ielts Sınav Kelimeleri

İngilizce A Harfi İle Başlayan Ielts Sınav Kelimeleri

IELTS SINAV KELİMELERİ
A Harfi İle Başlayan Kelimeler (337 kelime)
  • abandon (verb) birşeyi, birini geri dönmemek koşuluyla bırakmak, terketmek; bir fikri, planı izlemeyi bırakmak ya da birşeyi bitirmeden vazgeçmek
  • abide by (phrasal verb) kurallara uymak, itaat etmek
  • ability (noun) fiziksel veya zihinsel yetenek, kabiliyet, güç
  • abnormal (adjective) garip, anormal, farklı
  • abnormally (adverb) anormal bir şekilde
  • abolish (verb) kanun veya bir sisteme son vermek, yürürlükten kaldırmak
  • abolition (noun) iptal
  • abroad (adverb) yabancı, dış ülke
  • absence (noun) yok olan, mevcut olmayan; yok olma, bir şeyin, birinin yokluğu, var olmayışı
  • absent (adjective) yok, orada değil, mevcut değil
  • abstract (adjective) soyut; gerçek nesne ve kişilerin imgelerinden çok renk ve şekilleri içeren soyut sanat
  • abstract (noun) özet; soyut yapıt
  • abundant (adjective) aşırı, çok fazla;
  • abundantly (adverb) bolca
  • abuse (noun) istismar etme, kötüye kullanma; kaba ve çirkin davranma; başkasına kaba va aşağılayıcı söz söyleme, küfretme
  • abuse (verb) birine kaba ve vahşice davranmak; kötüye kullanmak, istismar etmek; aşağılayıcı ve kaba söz söylemek
  • abuser (noun) kötü davranan kişi
  • academic (adjective) eğitime ilişkin, akademik; teknik ve pratik becerilerden çok düşünce ve çalışmayı içeren konulara ilişkin; zeki ve eğitimde iyi, eğitime düşkün; soyut, kuramsal, pratiğe dayanmayan
  • academic (noun) akademik personel, üniversite hocası
  • academically (adverb) akademik açıdan
  • accelerate (verb) hızını artırmak, gaza basmak; hızlandırmak, daha da hızlı hale getirmek
  • acceleration (noun) hızlanma
  • accent (noun) aksan; bazı harflerin üzerinde nasıl telaffuz edileceğini gösteren işaret, aksan; konuşurken vurgulanan kelime ya da bir bölümü
  • accept (verb) almak, kabul etmek; genelde hoş olmayan bir şeyin doğru olduğunu kabul ve itiraf etmek; birini bir kuruluşa kabul etmek, katılımına izin vermek; bir durumu olduğu gibi kabullenmek
  • acceptable (adjective) yeteri derecede iyi, kabul edilebilir; izin verilebilir veya tasdik edilebilir, kabullenilebilir
  • acceptance (noun) kabul, onama
  • access (noun) bir şeye ulaşım hakkı, fırsatı; bir yere girme ya da ulaşma biçimi
  • access (verb) bilgisayarı kullanarak bilgiye ulaşmak
  • accessible (adjective) kolay ulaşılabilir, elde edilebilir; kolay anlaşılabilir
  • acclimatize (verb) yeni bir iklime, ortama alışmak, alıştırmak, uyum sağlamak
  • accommodation (noun) ikametgah, yaşanan veya kalınan yer
  • accompany (verb) birine eşlik etmek; aynı anda olmak ya da bulunmak; ana enstrümana ya da şarkı söyleyen kişiye enstrüman çalarak eşlik etmek
  • according to (preposition) … e,a göre; hususi bir plan ya da sisteme göre
  • account (noun) olup bitenlerin sözlü ya da yazılı açıklaması; banka hesabı; şirket ya da mağazalarla yapılan vadeli alışveriş sözleşmesi
  • account for (phrasal verb) bir bütünün parçası olmak, bir bölümünü oluşturmak; açıklamak, izah etmek
  • accumulate (verb) biriktirmek, artırmak, tasarruf etmek
  • accumulation (noun) birikim
  • accuracy (noun) doğruluk, güvenilirlik
  • accurate (adjective) doğru, tam;
  • accurately (adverb) doğru bir şekilde
  • accusation (noun) suçlama
  • accuse (verb) suçlamak
  • achieve (verb) başarmak
  • achievement (noun) başarı; üstün başarı
  • acknowledge (verb) kabul etmek, doğruluğunu ikrâr etmek; alındı yazısı göndermek; birine gülümseyerek ve selamlayarak tanıdığını belirtmek
  • acknowledgement (noun) kabul, onay, tasdik; alındı yazısı; kitabın ilk sayfasında yazar tarafından yazılan teşekkür yazısı
  • acoustic (adjective) elektrik gerektirmeyen akustik müzik aleti; ses ve işitmeyle ilgili
  • acquire (verb) elde etmek; bir şeyi öğrenmek,edinmek
  • acquisition (noun) edinim; genellikle satın alarak elde etme
  • acre (noun) hektar
  • act (noun) eylem; kanun; tiyatro oyununda perde; oyun; gerçek duygu ve niyetleri gizleyen davranış, …mış gibi yapma
  • act (verb) davranış göstermek, harekette bulunmak; bir problemi çözmede girişimde bulunmak; bir film ya da oyunda oynamak
  • action (noun) hareket, eylem; aksiyon, hareket, heyecan uyandıran şeyler; savaş, mücadele; hareket veya tabii işlem
  • activate (verb) harekete geçirmek
  • activation (noun) hareketlendirme
  • active (adjective) planlı bir eylemde aktif, görevli; aktif, yerinde duramayan; etken yapı; faal (yanardağ)
  • actively (adverb) faal olarak, aktif bir şekilde
  • activism (noun) politik durumları değiştirmek için ortalığı ayağa kaldırma
  • activist (noun) sosyal ve siyasi değişikliğin olmasına çabalayan kişi
  • activity (noun) faaliyet; eylem, faaliyet; faaliyet, değişik hareketler
  • acute (adjective) şiddetli, çok fazla, akut; dar (açı); (anlayışı/algılaması) keskin, kuvvetli, güçlü
  • adapt (verb) uyum sağlamak, uymak; bir şeyi yeni bir duruma veya kullanıma uydurmak, uymasını sağlamak; uyarlamak
  • adaptability (noun) değişkenlik
  • adaptable (adjective) uydurulabilir, değiştirilebilir
  • adaptation (noun) uyarlama; yeni bir duruma uydurma / uyma
  • add (verb) ilave etmek, katmak; seviyesini veya miktarını artırmak; sözle ilavede bulunmak; rakamları toplamak
  • addict (noun) tiryakilik, müptela olma; tiryaki, bir şeye müptela olan
  • addict (verb) bağımlısı olmak, alışmak
  • addiction (noun) bağımlılık
  • addictive (adjective) bağımlılığı artıran
  • addition (noun) toplama; ilave
  • addition (noun) toplama; ilave
  • additional (adjective) ilaveten, ekstra
  • additionally (adverb) ek olarak
  • address (noun) adres; internet adresi; resmi konuşma, hitap
  • address (verb) adres yazmak; bir sorunla ilgilenmek; biriyle konuşmak veya dinleyici kitlesine hitap etmek
  • adequacy (noun) yeterlilik, yetenek
  • adequate (adjective) yeter, kâfi; yeteri kadar iyi, fakat çok iyi değil
  • adequately (adverb) yeterli şekilde
  • adjacent (adjective) yanyana, bitişik, ilişik
  • adjust (verb) ayarlamak; yeni bir duruma ayak uydurmak, uyum sağlamak
  • adjustment (noun) ayarlama
  • administer (verb) idare etmek, düzenlemek; birine tıbbi yardımda bulunmak
  • administration (noun) bir şirket idaresi, yönetimi; idare, yönetim dönemi, iktidar dönemi
  • administrative (adjective) idare ve yönetimle ilgili
  • adolescence (noun) gençlik, buluğ çağı, ergenlik
  • adolescent (noun) ergen, genç, buluğ çağına ermiş kişi
  • adolescent (adjective) ergen
  • adopt (verb) evlat edinmek; yeni bir şeyi kullanmaya başlamak veya kabul etmek
  • adoption (noun) evlat edinme; kabullenme, benimseme
  • adult (adjective) yetişkin, erişkin; yetişkinlere ilişkin, yetişkin için; yetişkin kitabı, film ve seks içeren
  • adult (noun) yetişkin, erişkin kişi ya da hayvan
  • adulthood (noun) erişkinlik, yetişkinlik
  • advance (adjective) önceden olan
  • advance (noun) yeni keşifler ve icatlar; avans, önceden ödenen para, ödeme; ordunun ileri hareketi
  • advance (verb) geliştirmek, ilerletmek; muharebede yeni bir mevziye doğru ilerlemek
  • advanced (adjective) gelişmiş, bir üst aşamaya çıkmış; ileri düzeyde, ileri
  • advantage (noun) avantaj; üstünlük
  • advantage (noun) avantaj; üstünlük
  • advantaged (adjective) avantajlı, üstün, avantaj verilmiş
  • advantageous (adjective) fayda, avantaj sağlayan
  • advent (noun) yeni bir şeyin ortaya çıkması ya da başlaması; noelden önceki dini dönem, noel arefesi
  • adverse (adjective) olumsuz koşullar, etkiler; olumsuz yorum, tepki, kanaat
  • adversely (adverb) muhalif bir şekilde
  • advertise (verb) ilan etmek, duyurmak, reklam yapmak; ilan vermek
  • advertisement (noun) resim, film, şarkı ve benzeri ilanlar
  • advertising (noun) reklam yapma, duyurma, ilan etme
  • advice (noun) öğüt, tavsiye, öneri
  • advise (verb) öğüt vermek; tavsiyede, öneride bulunmak
  • adviser (noun) danışman
  • advocacy (noun) savunma, destekleme
  • advocacy (verb) savunmak, desteklemek
  • advocate (noun) savunan, destekleyen, arka çıkan; avukat
  • advocate (verb) savunmak, desteklemek
  • aesthetic (adjective) estetik
  • aesthetically (adverb) estetik, uyumlu bir şekilde
  • aesthetics (noun) estetik ilmi
  • affect (verb) etkilemek veya değişimine sebep olmak; duygusal olarak üzülmesine, hissetmesine sebep olmak, etkilemek
  • aforementioned (adjective) bahsi geçen, sözü edilen, daha önce belirtilen
  • aforementioned (noun) adı geçen kişi, evvelden bahsedilen kimse, bahsi geçen kişi
  • age (noun) yaş; çağ; yaşlı, eski şey/kişi
  • age (verb) yaşlanmak, eskimek
  • age group (noun) yaş grubu
  • aged (adjective) yaşlı, yaşlanmış; eski, eskimiş
  • ageing (adjective) yaşlanan, eskiyen
  • ageing (noun) yaşlanma, eskime
  • agent (noun) acente, vekil, temsilci; ajan
  • aggravate (verb) bir durumu, şartları daha da kötüye götürmek, ağırlaştırmak, kötüleştirmek; birini rahatsız etmek, kızdırmak, sinirlendirmek
  • aggregate (noun) toplam, topluluk; agrega (inşaatta)
  • aggregate (verb) toplamak, birleştirmek
  • agree (verb) aynı fikirde olmak; birinin istediği şeyi yapacağını söylemek, kabul etmek, tamam demek; biriyle bir şeye karar vermek, ortak karar almak; aynı olduğunu görmek, uyuşmak, birbirine uymak
  • agree (verb) aynı fikirde olmak; birinin istediği şeyi yapacağını söylemek, kabul etmek, tamam demek; biriyle bir şeye karar vermek, ortak karar almak; aynı olduğunu görmek, uyuşmak, birbirine uymak
  • agreement (noun) antlaşma; uyuşma
  • agricultural (adjective) tarımsal
  • agriculture (noun) tarım, ziraat
  • aid (noun) insani yardım, para, yiyecek ve malzeme yardımı; yardım malzemesi
  • aid (verb) birine yardım etmek
  • aim (noun) amaç, hedef;
  • aim (verb) hedeflemek, amaçlamak; silahla nişan almak, silahı bir hedefe doğrultmak
  • air (noun) hava; hava, boşluk; hava yolu; bir şeyin görüntüsü, havası
  • air (verb) radyo veya televizyon yayını yapmak; bir yeri havalandırmak; giysileri havalandırmak
  • albeit (conjunction) … e, a rağmen, olsa da, gerçi
  • algebra (noun) cebir
  • alike (adjective) benzer, tıpkısı
  • alike (adverb) benzer şekilde; ve benzeri/benzerleri
  • allege (verb) iddia etmek, öne sürmek, kanıtsız suçlamak
  • alleged (adjective) iddia edilen, isnat edilen, ispatlanmadan suçlu olduğuna inanılan
  • allegedly (adverb) söylenene göre
  • allergic (adjective) alerjik, alerjisi olan; alerjinin sebep olduğu
  • allergy (noun) alerji
  • allocate (verb) ayırmak, pay ayırmak, vermek, tahsis etmek
  • allocation (noun) tahsisat; tahsis etme, ayırma
  • allow (verb) müsaade etmek, izin vermek; bir şeyin oluşunu engelleyememek; birisi için bir şeyi yapmasını temin etmek, mümkün kılmak; bir miktar para ve zamanı bir şey için kullanmayı planlamak, ayırmak
  • ally (noun) müttefik, destekleyen, arka çıkan, ortak; savaş müttefiki ülke, müttefik, dost, ortak amaçları olan ülkeler
  • ally (verb) birine/bir şeye yardım etmek için katılmak, müttefik olmak, ortak olmak
  • alphabet (noun) alfabe
  • alphabetical (adjective) alfabetik sıraya göre, dizilişe göre;
  • alphabetically (adverb) alfabetik bir şekilde
  • alter (verb) değiştirmek, değişmesini sağlamak, değişmek
  • alteration (noun) değişme, değişim, düzeltme, onarım
  • alternate (adjective) sırayla, peşpeşe olan, birbirini takip eden; değişik, başka, ilave, alternatif olan
  • alternate (verb) birbiri peşi sıra olmak, sırayla meydana gelmek, önce biri sonra diğeri olmak
  • alternative (adjective) değişik, başka, ilave, alternatif olan; alışılan ve geleneksel olandan farklı, değişik
  • alternative (noun) alternatif, iki şey arasında seçim
  • alternatively (adverb) alternatif olarak, bir başka olasılık olarak
  • although (conjunction) …e,a rağmen, … e karşın, ise de, olmakla beraber; fakat, ancak
  • ambiguity (noun) anlam kargaşası, çok anlamlılık, karmaşa, anlaşılmazlık
  • ambiguous (adjective) çok anlamlı, zor anlaşılan, karmaşık
  • ambiguously (adverb) belirsiz bir şekilde
  • amend (verb) hafif düzeltmek, değiştirmek
  • amendment (noun) düzeltme, değiştirme, küçük değişikliklerle yeniden düzenleme
  • amount (noun) miktar, yekun, tutar
  • amphibian (noun) suda ve karada yaşayabilen, amfibi
  • amphibious (adjective) hem karada hem de suda yaşayabilen; hem karada hem de suda gidebilen (araç)
  • anaesthetic (noun) anestezi, ilaçla uyuşturma
  • anaesthetist (noun) anestezist, anestezi uzmanı doktor
  • anaesthetize (verb) anestezi uygulamak, uyuşturmak
  • analog (adjective) analog, bilgiyi depolamak veya ölçmek için sürekli değişen akım ve boşlukları kullanan sinyallerin kullanımı
  • analog (noun) benzerşey
  • analogous (adjective) bazı hususlarda benzeşen, benzeyen
  • analogue (adjective) analog, bilgiyi depolamak veya ölçmek için sürekli değişen akım ve boşlukları kullanan sinyallerin kullanımı
  • analogue (noun) benzerşey
  • analyse (verb) analiz etmek, detaylı bir şekilde incelemek
  • analysis (noun) analiz, irdeleme, inceleme
  • analyst (noun) analiz yapan, inceleyen, irdeleyen
  • anatomical (adjective) anatomik
  • anatomically (adverb) anatomik olarak
  • anatomy (noun) anatomi, insan vücudunun bilimsel olarak çalışması; insan ve diğer canlıların bedeni, vücudu
  • ancestor (noun) ced, ata
  • ancestry (noun) soy, ced, ata, çok eski atalar
  • ancient (adjective) eskiden olan, çok önceleri olan, eskiden beri; eski, antika
  • angle (noun) açı; düşünce/bakış tarzı, biçimi; bakış açısı
  • announce (verb) duyurmak, ilan etmek, anons etmek
  • announcement (noun) duyuru, ilan, anons; duyurulan, ilan edilen
  • annual (adjective) yıllık, yılda bir olan; yılda bir kez
  • annual (noun) yıllık bitki, ömrü bir yıl olan bitki; yıllık, yılda bir çıkarılan kitap, ajanda
  • annually (adverb) yıllık, yılda bir kez, yılda bir yapılan
  • anonymity (noun) isim vermeden, ismini saklayarak, gizlice
  • anonymous (adjective) isimsiz, anonim
  • answer (noun) cevap, yanıt; kapıya, telefona bakma; cevap; yanıt, sorunun cevabı
  • answer (verb) cevap vermek, yanıtlamak; kapıya bakmak; telefona cevap vermek, cevaplamak; sınavda cevap vermek, yanıtlamak, soruları cevaplamak
  • anthropology (noun) insanbilim, antropolji
  • antibiotic (noun) antibiyotik
  • anticipate (verb) merakla beklemek, ummak
  • anticlockwise (adjective) saat yönünün tersi
  • anticlockwise (adverb) saatin tersi yönünde
  • antiseptic (adjective) antiseptik
  • antiseptic (noun) enfeksiyon önleyici madde, antiseptik
  • apart from (preposition) … den başka, ayrıca, …den gayri; yanısıra, ilaveten, ayrıca buna ilave olarak
  • apparatus (adjective) aletler
  • apparent (adjective) aşikâr, açık, görünen; belli, ortada, var olan
  • apparently (adverb) görünen o ki, aşikâr olarak; görünüşe göre, anlaşılan
  • appeal (noun) ricada bulunma, isteme, yardım talep etme; çekicilik, hoşluk, sevimlilik; yüksek mahkemeye başvuru, temyiz başvurusu
  • appeal (verb) talep etmek, rice etmek, istemek; çekmek, cezbetmek; başvuruda bulunmak, resmen talep etmek, ricada bulunmak
  • appear (verb) gibi gözükmek; görünmek, gözükmek, gözükmeye başlamak; ortaya çıkmak, var olmaya başlamak
  • appendix (noun) midenin alt kısmında küçük tüp şeklinde çıkınıtı, bölüm, kör bağırsak; kitap, makale vb. sonuna konulan ilave bilgi, ek
  • appetite (noun) iştah
  • application (noun) başvuru, müracaat; uyarlama; belirli bir amaç için tasarlanmış bilgisayar programı
  • application (noun) başvuru, müracaat; uyarlama; belirli bir amaç için tasarlanmış bilgisayar programı
  • apply (verb) başvurmak, müracaatta bulunmak; belli bir durum ya da kişiyle ilişkilendirmek, etkilemek; uygulamak, bir şeyi belli bir durum için kullanmak; sürmek, yaymak, bir yüzeye sürmek, uygulamak
  • apply (verb) başvurmak, müracaatta bulunmak; belli bir durum ya da kişiyle ilişkilendirmek, etkilemek; uygulamak, bir şeyi belli bir durum için kullanmak; sürmek, yaymak, bir yüzeye sürmek, uygulamak
  • appointment (noun) randevu; atama, görevlendirme
  • appreciable (adjective) gereğinden büyük, kayda değer, fark edilebilen
  • appreciably (adverb) gözle görülür derecede; fark edilir bir biçimde
  • appreciate (verb) takdir etmek; çok takdir etmek, müteşekkir olmak; farkında olmak, anlamak, farkına varmak; değeri artmak, değerlenmek
  • appreciation (noun) takdir, değerli bulma; beğenme, takdir etme; anlama, zor olan bir şeyi kavrama, halletme; değerlenme, değeri artma
  • approach (noun) yaklaşım; yaklaşma, bir konuda belli bir yaklaşım ortaya koyma; yaklaşma, yakına gelme, zaman olarak yaklaşma; bir yere götüren yol, yaklaşım, rota
  • approach (verb) yakına gelmek, yaklaşmak; bir şeyle ilgilenmek, alakadar olmak; konuyu açmak, konuyu oraya getirmek
  • appropriate (adjective) uygun, yerinde
  • appropriate (verb) izinsiz almak, çalmak; tahsis etmek; ödenek ayırmak
  • appropriately (adverb) düzgünce
  • approval (noun) onay, tasdik; onama, tasdik, kabul yazısı, izin
  • approve (verb) onaylamak, izin vermek, tasdik etmek; kabul etmek, tasdik etmek
  • approximate (adjective) yaklaşık, hemen hemen
  • approximate (verb) bir şeye hemen hemen tam olarak benzemek, yaklaşmak
  • approximately (adverb) tahminen, yaklaşık olarak
  • arbitrarily (adverb) keyfiyen
  • arbitrary (adjective) keyfi, isteğe göre düzenlenen, rastgele
  • archaeological (adjective) arkeolojik, eskiye ait
  • archaeologist (noun) arkeolog
  • archaeology (noun) arkeoloji
  • architect (noun) mimar
  • architectural (adjective) mimari
  • architecture (noun) mimarlık; mimarlık becerisi
  • archive (noun) arşiv; bilgisayarda çok sık kullanılmayan bilgi ve belgelerin saklandığı yer, arşiv
  • archive (verb) arşivlemek, saklamak, depolamak
  • archivist (noun) arşivci, arşiv görevlisi
  • area (noun) saha, bölge; alan, bina ya da toprak parçası; bölüm, alan, konu veya faaliyetin bir parçası; yüzölçüm, ebat, boyut
  • argue (verb) tartışmak, münakaşa etmek; bir fikri tartışmak, nedenler öne sürmek
  • argument (noun) münakaşa; tartışma, argüman
  • arid (adjective) kurak, çorak, çatlamış, kupkuru
  • arise (verb) ortaya çıkmak, doğmak, zuhur etmek; kalkmak, yataktan kalkmak
  • arithmetic (noun) aritmetik
  • armed forces (noun) silahlı kuvvetler
  • army (noun) ordu; aynı işi yapmak üzere bir araya gelen kalabalık insan topluluğu
  • arrange (verb) düzenlemek, planlamak, hazırlık yapmak; düzenlemek, yerlerine koymak, tanzim etmek
  • arrangement (noun) planlama, düzenleme; düzenleme, ayarlama, anlaşma; belli bir düzende duran bir grup nesne, tanzim
  • arrest (noun) tutuklama
  • arrest (verb) tutuklamak
  • art (noun) sanat; sanat, belli bir konuda yetenek
  • art (noun) sanat; sanat, belli bir konuda yetenek
  • artefact (noun) tarihi ve çok eski bir sanat eseri, nesne
  • arterial (adjective) atardamarla ilgili, atardamara ilişkin
  • artery (noun) atardamar; trafikte ana arter
  • article (noun) makale; madde; dilbilgisinde ‘the’, ‘a’, veya ‘an’ gibi başına geldiği sözcüğü tarif eden tanım harfleri
  • artificial (adjective) yapay, insan yapımı; samimi olmayan, yapay, suni
  • artificially (adverb) suni bir şekilde
  • artist (noun) sanatçı, sanatkar, ressam
  • aspect (noun) özellik, bir problem, konu, durumun bir bölümü, bir yönü; bir fiilin zamana ilişkin anlamının nasıl dikkate alındığını gösteren şekli
  • assemble (verb) toplanmak, bir araya gelmek, grup oluşturmak; birleştirmek, toplamak, parçaları bir araya getirmek
  • assembly (noun) tüm öğrenci ve öğretmenlerin katıldığı genel toplantı; meclis, toplantı, genel kurul; birleştirme, toplama, bir araya getirme
  • assert (verb) iddia etmek, açıklamak, belirtmek
  • assertion (noun) belli etme, belirtme, gösterme, bildirme, açıklama
  • assess (verb) değerlendirmek, değerini belirlemek
  • assessment (noun) değerlendirme
  • asset (noun) başarıya katkısı olan nitelik, beceri ve kişi; varlık, mal varlığı, servet, mal
  • assign (verb) görevlendirmek, görev vermek
  • assignment (noun) görev, ödev
  • assist (verb) yardım etmek
  • assistance (noun) yardım
  • assistant (noun) yardımcı, asistan
  • associated (adjective) ilişkili, bağlantılı
  • association (noun) kuruluş, teşkilat, kurum, aynı amacı taşıyan insanların oluşturduğu birliktelik, dernek; ilişki, ortaklık, birliktelik
  • assume (verb) farzetmek, varsaymak, üstlenmek
  • assumption (noun) zan, sanı, varsayım
  • assurance (noun) vaat, söz, güvence, sigorta, garanti, teminat; güven, kendine güven, özgüven
  • assure (verb) birini emin kılmak, inandırmak, garanti vermek; garanti etmek, güvence vermek
  • asterisk (noun) bir şeyi belirtmek için kullanılan sembol, işaret, yıldız, asteriks
  • astronomer (noun) gök cisimlerini bilimsel olarak çalışan bilim adamı
  • astronomical (adjective) çok fazla, görülmemiş miktarda, değerde; gökbilime ilişkin, gökbilimsel
  • astronomy (noun) gökbilimi, yıldızların ve gezegenlerin bilimsel çalışması, astronomi
  • atmosphere (noun) bir yerin havası, genel durumu; atmosfer, dünyayı çevreleyen gazlardan oluşan tabaka; kapalı bir alanın havası
  • atmospheric (adjective) hava veya atmosferle ilgili; gizem ve romans yaratan, farklı bir his uyandıran
  • atom (noun) atom
  • atomic (adjective) atoma ilişkin; atom enerjisi kullanan
  • attach (verb) tutturmak, bağlamak, iliştirmek; bir şeye ilave olarak dahil etmek, eklemek; e-posta iletisine ekleme yapmak
  • attachment (noun) bağlılık, birine, birşeye güçlü bağlılık hissi, düşkünlük, tutkunluk; bir ileti eki; ek, ilave
  • attain (verb) öğrenmek, elde etmek, kazanmak;
  • attainment (noun) başarı, kazanım, hüner, beceri, marifet
  • attempt (noun) teşebbüs, girişim, deneme
  • attempt (verb) teşebbüs etmek, saldırmak, girişmek
  • attend (verb) katılmak, yer almak, devam etmek
  • attendance (noun) katılım, devam, mevcudiyet; yoklama, katılım, devam
  • attention (noun) dikkat; özen, itina, dikkat
  • attitude (noun) tavır, eda, davranış
  • attorney (noun) avukat
  • attract (verb) çekmek, cezbetmek; çekmek, harekete geçirmek
  • attraction (noun) çekim, cezbetme; cazibe, cinsel cazibe
  • attribute (noun) özellik, nitelik, hususiyet, karakteristik
  • attribute (verb) atfetmek, yormak, bağlamak, maletmek
  • audience (noun) dinleyici; bir filmin ya da kitabın müdavimi, sürekli izleyen ve dinleyicisi; resmi bir toplantıya davet, kabul, huzura davet, kabul etme
  • audio (adjective) ses kaydı ve çalınmasıyla ilgili
  • audit (verb) kontrol etmek
  • audit (noun) hesap ya da bilanço kontrolü yapan kişi
  • auditor (noun) denetçi
  • aural (adjective) işitmeyle ilgili
  • authentic (adjective) hakiki, orijinal, gerçek
  • authenticity (noun) gerçek, orijinal
  • author (noun) yazar
  • authority (noun) yetki, otorite; yasal, resmi yetkisi olan grup veya devlet dairesi; bilirkişi, uzman, otorite
  • automate (verb) makinalar yardımıyla bir şeyi kontrol etmek, makineleştirmek
  • automatic (adjective) kendi kendine çalışan, otomatik; olması kesin, kaçınılmaz olan; kendiliğinden, kendi kendine, doğal bir tepki olarak oluşan
  • automatic (noun) otomatik vitesli araba
  • automatically (adverb) otomatik bir şekilde
  • automation (noun) otomasyon
  • autonomous (adjective) kendi kendini yönetebilen, otonom, özerk
  • autonomy (noun) özerklik, otonomi
  • availability (noun) bulunabilirlilik
  • available (adjective) mevcut, hazır; uygun, hazır, meşgul değil, görüşmeye hazır
  • average (adjective) sıradan, diğerleriyle aynı olan, vasat; ortalama miktar, ölçüde olan; vasat, sıradan
  • average (noun) ortalama; vasat, sıradan olan
  • average (verb) belli bir ortalamayı tutturmak, ulaşmak
  • avoid (verb) kaçınmak, sakınmak, uzak durmak, (argo) atlatmak, birini ekmek; önlemek, engel olmak, karşı durmak
  • aware (adjective) farkında, haberdar
  • awareness (noun) farkındalık, bilinçlenme, bilinç
  • axis (noun) eksen; bir grafiğin altında veya yanında ölçümleri gösteren çizgi, hat
  • axis (noun) eksen; bir grafiğin altında veya yanında ölçümleri gösteren çizgi, hat