Kategoriler
Ielts Sınav Kelimeleri

İngilizce E Harfi İle Başlayan Ielts Sınav Kelimeleri

IELTS SINAV KELİMELERİ
E Harfi İle Başlayan Kelimeler
  • e.g. (adverb) meselâ, örneğin
  • earn (verb) para kazanmak; kazanmak, hak etmek, elde etmek; kâr yapmak
  • earnings (noun) kazanç, gelir, ücret, maaş
  • earth (noun) dünya; toprak, yer; topraklama / toprak hattı
  • earth (verb) topraklamak; toprakla örtmek
  • earthquake (noun) deprem
  • ease (noun) kolaylık, rahatlık
  • ease (verb) hafifletmek, azaltmak
  • east (adjective) doğu
  • east (adverb) doğuya / doğu yönüne doğru
  • east (noun) doğu
  • eastern (adjective) doğusunda, doğusundan; asya ülkelerinde / ülkelerinden
  • eco-friendly (adjective) çevre dostu; çevreye zarar vermeyen
  • ecological (adjective) çevreye ait, ekolojik
  • ecologically (adverb) ekolojik bir biçimde
  • ecologist (noun) çevrebilimci, ekolojist
  • ecology (noun) çevrebilim, ekoloji
  • economic (adjective) ticaret / endüstri / paraya ilişkin / dair; kârlı, kâr getiren
  • economical (adjective) iktisatlı, hesaplı, ekonomik
  • economically (adverb) ekonomik olarak
  • economics (noun) ekonomi / iktisat bilimi
  • economist (noun) iktisatçı, ekonomist
  • economy (noun) ekonomi; iktisat, tutumluluk
  • ecosystem (noun) canlılar ve çevrenin birbirine olan ilişkilerini içeren sistem; ekosistem
  • edit (verb) (dergi, gazete, film vb.) basıma, yayına hazırlamak
  • edition (noun) baskı, basım; (radyo, tv programı) bölüm
  • editor (noun) yayına hazırlayan, editör; yayıncı, yayın müdürü, editör
  • educate (verb) öğretmek/eğitmek, eğitim vermek; eğitmek;
  • education (noun) eğitim öğretim, tahsil
  • educational (noun) eğitim öğretim, tahsil
  • effect (noun) etki, sonuç, değişim, tepki
  • effect (verb) sağlamak, elde etmek, meydana getirmek
  • effective (adjective) etkili, tesirli, başarılı, sonuç veren; gerçek, fiili
  • effectively (adverb) etkin / etkili bir şekilde; aslında, gerçeğe bakılırsa, doğrusu
  • efficiency (noun) verimlilik, işinin ehli olma; enerji ve zamanı iyi/verimli kullanma
  • efficient (adjective) verimli, ehil, işbilen
  • efficiently (adverb) üretken, verimli bir şekilde
  • effort (noun) gayret, çaba
  • egg (noun) yumurta; (kuş, böcek vb.yavrusu taşıyan) yumurta; (kadınlarda ve dişi hayvanlardaki) yumurta
  • elderly (adjective) (kibar anlamda) yaşlı, geçkin, tecrübeli
  • elect (verb) oylamayla seçmek
  • election (noun) seçim
  • electorate (noun) seçmenler
  • electric (adjective) elektrikli; elektrik / enerji veren; heyecan ve duygu yüklü / dolu
  • electrical (adjective) elektrikle çalışan, elektrikli;
  • electricity (noun) elektrik
  • electrode (noun) elektrot
  • electron (noun) elektron
  • electronic (adjective) elektronik; (müzik, oyun vb.) elektronik
  • electronics (noun) elektronik bilimi
  • element (noun) unsur, element; belli tipte bir grup insan; (kimya) element; direnç / rezistans teli
  • eliminate (verb) ortadan kaldırmak, gidermek; elemek, saf dışı bırakmak
  • elimination (noun) eleme, kurtulma, saf dışı etme
  • elite (noun) seçkinler topluluğu, elit, seçkin kişiler
  • elitism (noun) seçkin kişi topluluğunun önderliği
  • elitist (adjective) toplulukta ayrıcalık sahibi olan
  • ellipse (noun) elips
  • elliptical (adjective) elips şeklinde
  • embryo (noun) embriyon
  • embryonic (adjective) gelişmeye başlamış, henüz ilkel
  • emerge (verb) …den,dan çıkmak, görünmek, belirmek; belli olmak, ortaya çıkmak; zor bir durumun sonuna gelmek, üstesinden gelmek
  • emergence (noun) belirme
  • emergency services (adjective) acil durum hizmetleri
  • emigrant (noun) göçmen
  • emigrate (verb) göç etmek
  • emigration (noun) göç
  • emission (noun) yayma, çıkarma, emisyon
  • emit (verb) (gaz, ısı, ışık vb.) yaymak, çıkarmak
  • emotion (noun) his, duygu, coşku
  • emotional (adjective) hisli, duygulu, coşkulu; hissi, duygusal, içli; duygusal olan; hissi davranan; hislerini / duygularını sık ve çok kolay belli eden
  • emotionally (adverb) hisli bir şekilde
  • emperor (noun) imparator, padişah
  • emphasis (noun) önem, ehemmiyet; vurgu, vurgulama
  • emphasize (verb) belirtmek, vurgulamak
  • empire (noun) imparatorluk; (iş) imparatorluk
  • empirical (adjective) uygulama ve bilimsel deneye dayalı; deneysel
  • empirically (adverb) deneylere dayanır bir şekilde
  • employ (noun) biri için çalışma, çalışma, görev, hizmet
  • employ (verb) iş vermek, çalıştırmak, işe almak; kullanmak
  • employee (noun) işçi, çalışan
  • employer (noun) işveren
  • employment (noun) iş, istihdam; kullanma
  • enable (verb) mümkün kılmak, imkân vermek, olanak sağlamak
  • encounter (noun) karşılaşma, şans eseri rastgelme
  • encounter (verb) sevimsiz bir şeyi tecrübe etmek; ansızın karşılaşmak, rastgelmek
  • encourage (verb) cesaret vermek, teşvik etmek; özendirmek, körüklemek, yüreklendirmek
  • endanger (verb) tehlikeye atmak
  • endorse (verb) onaylamak, desteklemek, arka çıkmak
  • endure (verb) tahammül etmek, dayanmak
  • enduring (adjective) dayanan, tahammül edebilen, süren
  • energy (noun) güç, enerji; (elektrik, gaz vb.) enerji
  • enforce (verb) (yasa, kural) yürürlüğe koymak, etkinleştirmek; sağlamak, uygulamak, yürütmek, durumu kabul ettirtmek
  • enforcement (noun) yürürlüğe koyma
  • engine (noun) motor; lokomotif
  • engineer (noun) mühendis; makinist
  • engineer (verb) ayarlamak, düzenlemek, tertip etmek
  • engineering (noun) mühendislik
  • enhance (verb) geliştirmek, katkıda bulunmak, zenginlik katmak, (güç, güzellik, değer vb.) arttırmak
  • enhancement (noun) gelişme, güçlenme, değer kazanma
  • enlarge (verb) büyü(t)mek, genişle(t)mek
  • enlargement (noun) büyütme, genişletmek, büyütülmüş, genişletilmiş
  • enormously (adverb) son derece, fevkalade
  • ensure (verb) temin etmek, garantiye almak, sağlamak
  • enter (verb) (yer) girmek; (biligsayar) bilgiyi girmek; (yarışma, sınav vb.) girmek, birini sokmak; (kuruluş) girmek; (zaman dilimi) girmek, başlamak
  • enterprise (noun) girişim, iş, işletme; önemli bir plan / eylem / işbirliği; girişkenlik, girişimcilik, cesaret
  • entertainment (noun) eğlence, şov, cümbüş
  • entire (adjective) bütün, tam, tamamı
  • entirely (adverb) bütünüyle, tamamıyla
  • entitle (verb) görevlendirmek, yetkili kılmak, bir şeyi yapmaya hakkı / yetkisi olmak, layık bulmak; başlık koymak, isimlendirmek
  • entitlement (noun) yetkilendirme, görevlendirme, hak verme, layık bulma
  • entity (noun) varlık, mevcudiyet, birim
  • entrance (noun) giriş, ana giriş; birinin giriş çıkışı; (üniversite, kuruluş vb. yerlere) giriş/katılma hakkı/yetkisi
  • entrepreneur (noun) müteşebbis, girişimci
  • entrepreneurial (adjective) girişimci
  • entrepreneurship (noun) girişimcilik
  • environment (noun) yaşanan / çalışılan çevre; çevre
  • environmental (adjective) çevreye ilişkin
  • environmentalist (noun) çevreci
  • environmentally (adverb) çevresel
  • envisage (verb) öngörmek, tahmin etmek, önceden kestirmek
  • epidemic (adjective) salgın, yaygın
  • epidemic (noun) salgın, hastalık salgını
  • equal (adjective) eşit, denk
  • equal (noun) aynı haklara/fırsatlara/yeteneğe sahip kişi
  • equal (verb) eşitlemek, denklemek; eşit / denk / aynı olmak
  • equality (noun) eşitlik, denklik
  • equally (adverb) eşit / denk / aynı şekilde; eşit / aynı dereced/boyutta; eşit şekilde muamele ederek / davranarak
  • equation (noun) eşitlik, denklik
  • equator (noun) ekvator
  • equipment (noun) donatı, techizat, gereçler, aygıt
  • equivalence (noun) eşitlik, denklik, eş değerlik, muadelet
  • equivalent (adjective) eşit, denk, eş değer, aynı
  • era (noun) çağ devir
  • eradicate (verb) yok etmek, kökünü kazımak / kurutmak
  • eradication (noun) yok etme, imha
  • erase (verb) (söz, müzik, resim vb.) silmek, yok etmek, gidermek
  • erode (verb) (toprak, kaya) deniz / yağmur / rüzgâr ile aşınmak / yok olmak / kaybolmak; yavaş yavaş yok etmek / aşındırmak / kaybolmak
  • erosion (noun) erozyon
  • error (noun) yanlış, hata, kusur
  • especially (adverb) hele hele, özellikle; bilhassa, özellikle
  • essay (noun) deneme, kompozisyon, fikre dayalı yazı
  • essential (adjective) önemli, gerekli, zaruri, elzem, hayatî; temel, asıl, önemli, esas, belli başlı
  • establish (verb) (şirket, kurum) kurmak, tesis etmek, oluşturmak; karar vermek, belirlemek; saptamak, bulmak, belirlemek
  • establishment (noun) ticarî kuruluş, işyeri, kurum, tesis; kur(ul)ma, tesis etme / edilme; kurup başlatılma
  • estimate (noun) tahmin; tahmini hesap / ücret / maliyet / fiyat; fiyat teklifi
  • estimate (verb) tahmin etmek, tahminde bulunmak
  • et al. (adverb) ve diğerleri
  • et alia (adverb) ve diğerleri
  • et cetera (adverb) vb. (ve benzerleri); vs. (vesaire)
  • etc (adverb) vb. (ve benzerleri); vs. (vesaire)
  • ethic (noun) ilke, prensip, usül, ahlak, etik
  • ethical (adjective) ahlâki, ahlâkla ilgili; ahlâken iyi ve doğru; dürüst, ilkeli
  • ethics (noun) ahlak / töre bilimi, etik
  • ethnic (adjective) ırksal, ulusal kavimle ilgili, etnik
  • ethnicity (noun) etnik köken; etnik yapı, etnisite
  • evaluate (verb) değerlendirmek, değer/paha biçmek, derecesini belirlemek
  • evaluation (noun) değerlendirme
  • evaluative (adjective) değerlendiren
  • evaporate (verb) buharlaş(tır)mak; (duygular) uçup gitmek, yok olmak, buharlaşmak
  • evaporation (noun) buharlaşma
  • even (adjective) düz, bir hizada, bir düzeyde / seviyede, engebesiz; sabit, değişmez; (rakam) çift; eşit, alacak vereceği olmayan; eşit şansı olan
  • even (adverb) hatta, bile, …de / da, …dahi
  • even (verb) eşit olarak bölüştürmek; düzleşmek, düzleştirmek, düzletmek
  • event (noun) olay; karşılaşma; parti; yarışma
  • eventual (adjective) sonuç olarak gerçekleşen, nihaî
  • eventually (adverb) er geç, sonunda, nihayet
  • everyday (adjective) hergün
  • evidence (noun) kanıt; delil
  • evoke (verb) anımsatmak, aklına getirmek, hissettirmek
  • evolution (noun) evrim; gelişim, değişim, evrim, tekâmül
  • evolve (verb) yıllar içinde diğer canlı türlerinden türeyerek gelişmek; zamanla / yavaş yavaş / tedricen gelişmek, geliştirmek
  • exacerbate (verb) kötüleştirmek; olumsuz etkisini artırmak, daha kötü hale getirmek
  • exact (adjective) tam doğru, kesin
  • exact (verb) talep etmek, istemek, almak
  • exactly (adverb) çok doğru, tamam; tam, tamamen, tam anlamıyla, tam olarak; tamam, pekâla, doğru; katılıyorum
  • examination (noun) inceleme, tetkik; sınav, imtihan
  • examine (verb) incelemek, tetkik etmek; sınav / imtihan yapmak; araştırmak, soruşturmak, incelemek
  • example (noun) örnek, misal, numune; örnek, model; örnek / model alınacak kişi / şey
  • excavate (verb) kazı / hafriyat yapmak
  • excavation (noun) kazı
  • exceed (verb) geçmek, aşmak, ihlal etmek;
  • exception (noun) istisna, hariç tutma
  • excerpt (noun) (kitap, film, müzik) alıntı, aktarma, iktibas
  • excess (adjective) fazla, fazladan, ek
  • excess (noun) aşırılık, bolluk
  • excessive (adjective) aşırı, ölçüsüz, istenmediği kadar
  • excessively (adverb) fazla miktarda
  • exchange (noun) değiş tokuş, alışveriş; öğrenci değişimi; karşılıklı kısa bir konuşma
  • exchange (verb) değiş tokuş etmek, değiştirmek, alıp vermek; (ürün) başka bir ürünle değiştirmek
  • exclude (verb) hesaba katmamak, hariç tutmak; sokmamak, men etmek, dahil etmemek; doğru olmadığına / ihtimal dışı olmadığına karar vermek; hariç tutamamak
  • excluding (preposition) …den / dan başka; dışında, hariç; içermeyen
  • exclusion (noun) men etme, sokmama, hariç tutma, katmama
  • excutive (adjective) pahalı, zengin ve yüksek sosyal sınıf için olan, özel ve pahalı, seçkin, kibar; kişiye özel
  • excutive (noun) bir tv kanalına / gazeteye özel
  • execute (verb) idam etmek; (ölüm hükmünü) infaz etmek; yapmak, icra etmek, yerine getirmek
  • execution (noun) idam, infaz; yapma, icra etme, yerine getirme
  • executive (adjective) yönetim, icra, karar vermeye ilişkin/dair; pahalı ve şık; üst düzey iş adamları için uygun
  • executive (noun) yönetici, idareci
  • exempli gratia (adverb) meselâ, örneğin
  • exemplify (verb) örnek vermek, örnekle açıklamak, örnek olmak
  • exempt (adjective) muaf, hariç tutulmak, ayrıcalık tanınmış
  • exempt (verb) muaf / bağışık tutmak, ayrıcalık tanımak
  • exemption (noun) muhafiyet
  • exert (verb) (yetki, güç, nüfuz vb.) uygulamak, kullanmak, tatbik etmek
  • exhalation (noun) nefes verme, soluk verme
  • exhale (verb) nefes vermek
  • exhaust (noun) egzoz gazı; egzoz borusu
  • exhaust (verb) tüketmek, kullanmak, bitirmek; yormak, tüketmek, bitkin / bitap düşürmek; tümüyle ele almak, enine boyuna görüşmek
  • exhibit (noun) (tablo vb.) sergilenen eşya / parça, eser
  • exhibit (verb) sergilemek, sergilenmek; belli etmek, göstermek
  • exhibition (noun) sergi, gösterime sunma, gösterilme; sergileme, ortaya koyma, gösterme
  • exist (verb) var olmak, mevcut/gerçek olmak, bulunmak; zor şartlarda yaşamını sürdürmek
  • existence (noun) varlık, var oluş, mevcudiyet; hayat, yaşam, varlık
  • expand (verb) genişle(t)mek, büyü(t)mek
  • expand on (phrasal verb) açmak, ayrıntıya yer vermek
  • expand upon (phrasal verb) açmak, ayrıntıya yer vermek
  • expansion (noun) genişleme, büyüme, gelişme
  • expect (verb) ummak, beklemek; talep etmek, beklemek, ummak
  • expectation (noun) umut; bir şeyin olmasını bekleme / umma
  • expend (verb) harcamak
  • expenditure (noun) harcama, masraf; harcama, tüketim, kullanım
  • experience (noun) tecrübe / deneyim; yaşanan / hissedilen şey
  • experience (verb) yaşamak, tecrübe etmek, hissetmek
  • experiment (noun) deney
  • experiment (verb) denemek; deney yapmak
  • experimental (adjective) deneysel; deneye dayalı
  • expert (adjective) bilgili, usta, uzman, iyi bilen
  • expert (noun) uzman, usta, bilir kişi
  • expertise (noun) beceri, ustalık, maharet, uzmanlık
  • explain (verb) izah etmek, açıklamak, anlatmak
  • explanation (noun) açıklamalar, izahlar, detay veya nedenler
  • explicit (adjective) açık seçik, tam ve belirgin; (cinsel konular) açık saçık, ulu orta
  • explicitly (adverb) açıkça
  • exploit (verb) sömürmek, hakkını vermemek; kullanmak, yararlanmak
  • exploitation (noun) istismar
  • exploration (noun) keşif
  • explore (verb) keşfetmek; inceleme / araştırma yapmak; karar vermeden önce derinlemesine araştırmak / incelemek
  • export (noun) ihracat; dış satım; ihraç malı; dış satım ürünü
  • export (verb) ihrac etmek; ihracat yapmak; bilgisayarda bilgiyi başka bir yere taşıyıp kopyalamak
  • exportation (noun) ihracat, dış satım
  • expose (verb) açığa / meydana çıkarmak; foyasını ortaya dökmek, açığa vurmak, ortaya çıkarmak; ışığa tutmak
  • exposure (noun) karşı karşıya kalma, maruz kalma; ortaya çıkarma, ifşaat, teşhir; soğuktan kaynaklanan ciddi tıbbi durum, soğuktan donma; poz, kare
  • express (adjective) hızlı; açık seçik
  • express (noun) hızlı / ekspres tren
  • express (verb) ifade etmek
  • expression (noun) yüz ifadesi; özel anlamı olan ifade, deyim; ifade, anlatım
  • extend (verb) uzatmak, genişletmek; uzatmak, uzamak, sarkmak, daha uzun süre sürmesini sağlamak; (elini, kolunu, bacağını vs.) uzatmak
  • extension (noun) ek oda / bina / uzantı; ilave zaman, uzatma süresi; (telefon) dahili hat
  • extent (noun) ölçü, derece, mertebe, önem, miktar
  • exterior (adjective) dış
  • exterior (noun) dış, dış cephe / yüzey
  • external (adjective) harici, dış; dışarıdan / hariçten gelen, dışarıya ait
  • externally (adverb) dış bölüm ile ilgili
  • extinct (adjective) nesli yok olmuş, soyu tükenmiş
  • extinction (noun) yok olma, soyu / nesli tükenme
  • extract (noun) bölüm, parça; (bitki, çiçek) …den çıkarılan / elde edilen öz, yağ
  • extract (verb) çekmek, çekip çıkarmak, sökmek; elde etmek, zorla almak / koparmak
  • extraction (noun) çıkarma, çıkarılma, çekme, çıkarma
  • extrapolate (verb) sonuç çıkarmak, kanıya varmak, çıkarımda bulunmak, tahmin etmek
  • extremely (adverb) son derece, çok, aşırı