a(determiner)belirsiz tanım artıkeli; bir; her veya herbiri; bir şeyin veya birinin ne tür bir kişi ya da şey olduğunu belirtir; eylemin tek bir örnek olduğunu belirtmek için eylem bildiren isimlerden önce kullanılır; çoğunlukla birlikte kullanılan iki isim olduğunda ilk isimden önce kullanılır; bir şeyin ne kadar kaldığını bildiren bazı ifadelerden önce kullanılır; bilinmeyen birine işaret etmek için o isimden önce kullanılır
ability(noun)fiziksel veya zihinsel yetenek, kabiliyet, güç
able(adjective)becerikli, zeki ve bir şeyi yapmada iyi
about(preposition)hakkında, ile ilgili; bir yerde ya da orada rastgele bulunma, oralarda olma
about(adverb)yaklaşık olarak; bir yerde ya da orada rastgele bulunma, oralarda olma; oracıkta, hemen yanıbaşında, neredeyse
above(preposition)yukasına, yukarısına, yukarısında, üstüne, üstünde, -den yukarıda, yukarıda, üstün; daha çok
above(adverb)başında, tepesinde, üst tarafında
above(adjective)yukarıda olan, yukarıda zikredilmiş, daha önce gösterilmiş olan, semada olan, gökteki
abroad(adverb)yabancı, dış ülke
absent(adjective)yok, orada değil, mevcut değil
absolutely(adverb)tamamiyle
accent(noun)aksan; bazı harflerin üzerinde nasıl telaffuz edileceğini gösteren işaret, aksan; konuşurken vurgulanan kelime ya da bir bölümü
accept(verb)almak, kabul etmek; genelde hoş olmayan bir şeyin doğru olduğunu kabul ve itiraf etmek; birini bir kuruluşa kabul etmek, katılımına izin vermek; bir durumu olduğu gibi kabullenmek
acceptable(adjective)yeteri derecede iyi, kabul edilebilir; izin verilebilir veya tasdik edilebilir, kabullenilebilir
access(noun)bir şeye ulaşım hakkı, fırsatı; bir yere girme ya da ulaşma biçimi
accident(noun)kaza
accommodation(noun)ikametgah, yaşanan veya kalınan yer
accompany(verb)birine eşlik etmek; aynı anda olmak ya da bulunmak; ana enstrümana ya da şarkı söyleyen kişiye enstrüman çalarak eşlik etmek
according to(prepositional phrase)… e,a göre; hususi bir plan ya da sisteme göre
account(noun)olup bitenlerin sözlü ya da yazılı açıklaması; banka hesabı; şirket ya da mağazalarla yapılan vadeli alışveriş sözleşmesi
accountant(noun)muhasebeci
accurate(adjective)doğru, tam
ache(noun)ağrı
achieve(verb)başarmak
achievement(noun)başarı; üstün başarı
across(preposition)karşıdan karşıya, karşı tarafa, bir uçtan öbür uca, … çapında (yer), …nın her yerinde
across(adverb)karşıdan karşıya, karşı tarafa
act(noun)eylem; kanun; tiyatro oyununda perde; oyun; gerçek duygu ve niyetleri gizleyen davranış, …mış gibi yapma
act(verb)davranış göstermek, harekette bulunmak; bir problemi çözmede girişimde bulunmak; bir film ya da oyunda oynamak
action(noun)hareket, eylem; aksiyon, hareket, heyecan uyandıran şeyler; savaş, mücadele; hareket veya tabii işlem
active(adjective)planlı bir eylemde aktif, görevli; aktif, yerinde duramayan; etken yapı; faal (yanardağ)
activity(noun)faaliyet; eylem, faaliyet; faaliyet, değişik hareketler
afraid(adjective)korkmuş, ürkmüş; korku uyandıran, endişe veren
after(preposition)sonra; peşpeşe; geçe; … den dolayı; … rağmen; peşinden; birinin adını verme;
after(adverb)ardından, peşinden
after(conjunction)sonrasında
afternoon(noun)öğleden sonra
afterwards(adverb)sonraları, daha sonrasında
again(adverb)tekrar, yine, yeniden; önceden olduğu gibi, öncesindeki gibi
against(preposition)karşı olma; karşı yarışma; dayanan, yaslanan; bir şeye karşı koruyan, sakınan; karşı taraftan, karşısında
age(noun)yaş; çağ; yaşlı, eski şey/kişi
aged(adjective)yaşlı, yaşlanmış; eski, eskimiş
agency(noun)ajans, hizmet sağlayan bir iş, büro; uluslararası kurum veya devlet dairesi
ages(noun)asırlardır
ago(adverb)önce, evvel
agree(verb)aynı fikirde olmak; birinin istediği şeyi yapacağını söylemek, kabul etmek, tamam demek; biriyle bir şeye karar vermek, ortak karar almak; aynı olduğunu görmek, uyuşmak, birbirine uymak
ahead(adverb)önde, ileride, gelecekte, ileride
aim(noun)amaç, hedef;
aim(verb)hedeflemek, amaçlamak; silahla nişan almak, silahı bir hedefe doğrultmak
air(noun)hava; hava, boşluk; hava yolu; bir şeyin görüntüsü, havası
alike(adverb)benzer şekilde; ve benzeri/benzerleri
alive(adjective)sağ, yaşayan; canlı, hareketli; varlığı devam eden, var olmayı sürdüren
all(determiner)bütün, tüm
all(adverb)tamamen veya çokca
all(adjective)bütün, hep, her
all(pronoun)tamamen, bütün bütün
all right / alright(adverb)tamam, pekâla
all right / alright(adjective)iyi
all right / alright(exclamation)peki!, olur!, pekala!, iyi!
allow(verb)müsaade etmek, izin vermek; bir şeyin oluşunu engelleyememek; birisi için bir şeyi yapmasını temin etmek, mümkün kılmak; bir miktar para ve zamanı bir şey için kullanmayı planlamak, ayırmak
almost(adverb)hemen hemen, neredeyse, az kalsın
alone(adverb)yalnız; tek, tek kişi, sadece o
alone(adjective)yalnız; tek, tek kişi, sadece o
along(preposition)baştan sona, bir uçtan öbürüne; boyunca, yan yana; yol, nehir vb. yerlerde belli bir noktada, yerde
along(adverb)ileriye, öne doğru
aloud(adverb)sesli, yüksek sesle
alphabet(noun)alfabe
already(adverb)zaten, çok önceden; çoktan, evvelce
also(adverb)de, da, dahi, hem de
although(conjunction)…e,a rağmen, … e karşın, ise de, olmakla beraber; fakat, ancak
altogether(adverb)tamamen; hepsi, bütünü, toplam olarak; hep beraber, hepsi, tümü
always(adverb)her zaman, sürekli; daima, hep olan; ebediyyen, her daim, sonuna dek; tekrar tekrar, biteviye, durmaksızın
amazed(adjective)şaşırmış, hayretler içinde kalmış
amazing(adjective)şaşırtan, hayrete düşüren
ambition(noun)hırs; tutku, ihtiras
ambulance(noun)cankurtaran, acil hasta taşıma aracı, ambulans
among (amongst)(preposition)ikiden fazla şey arasında; belli bir grubun içinde; küçük bir gruptan olma; bir gruptaki kişilerden her birine
ancient(adjective)eskiden olan, çok önceleri olan, eskiden beri; eski, antika
and(conjunction)ve anlamına gelen bağlaç; birbiri peşi sıra olan hadiseleri anlatırken sıralamada kullanılan bağlaç; böylece, böylelikle, bu nedenle; bazı fiillerden sonra ‘ to ‘ anlamında kullanılır; rakamları söylemede veya toplamada kullanılır; aynı iki kelime arasında anlamı daha da kuvvetlendirmek için kullanılır
angry(adjective)kızgın, sinirli, hiddetli, asabi
animal(noun)hayvan; yaşayan canlılar; hayvan gibi kimse, kaba saba kimse
ankle(noun)ayak bileği
anniversary(noun)yıldönümü
announce(verb)duyurmak, ilan etmek, anons etmek
announcement(noun)duyuru, ilan, anons; duyurulan, ilan edilen
annoy(verb)kızdırmak, rahatsız etmek
annual(adjective)yıllık, yılda bir olan; yılda bir kez
another(determiner)bir diğer, bir başka, bir öteki, bir öbür
another(pronoun)bir diğeri, bir başkası, bir tane daha, bir öbürü
answer(verb)cevap vermek, yanıtlamak; kapıya bakmak; telefona cevap vermek, cevaplamak; sınavda cevap vermek, yanıtlamak, soruları cevaplamak
answerphone(noun)telesekreter, evde kimse yokken telefonu doğrudan yanıtlayan makine
ant(noun)karınca
antique(adjective)eskiye ait, antik
antique(noun)antika, değerli, nadir bulunan bir nesne
anxious(adjective)endişeli, sinirli, tasalı, kaygılı; bir şeyin olmasını ya da yapmayı heyecanla isteyen, bekleyen, endişe duyan
any(determiner)hiç, soru ve olumsuz cümlelerde biraz anlamında; biri, herhangi biri
any(pronoun)biri, herhangi biri
anybody(pronoun)herhangi bir kimse, herhangi bririsi
anymore(adverb)artık, bundan böyle
anyone(pronoun)herhangi bir kimse; biri, birisi, birileri
anything(pronoun)hiçbir şey; hiçbir, hiçbiri
anyway(adverb)zaten, her nasılsa, her durumda, yine de; tüm bunlara rağmen, rağmen; her neyse; zaten, nasılsa, söylenen üzerinde küçük bir değişiklik yapılacağı zaman kullanılır
anywhere(adverb)herhangi bir yere / yerde; soru ve olumsuz cümlelerde ‘herhangi bir yere’ anlamında kullanılır
apart(adverb)ayrı, ayrılmış, ayrık, bağsız; küçük parçaları ayrılan, ayırmaya doğru, ayırt edilebilecek şekilde
apart from(adverb)… den başka, ayrıca, …den gayri; yanısıra, ilaveten, ayrıca buna ilave olarak
apology(noun)özür, pişmanlık bildiren söz veya yazı
app(noun)uygulama
appear(verb)gibi gözükmek; görünmek, gözükmek, gözükmeye başlamak; ortaya çıkmak, var olmaya başlamak
appearance(noun)toplumda görünen; görüntü, görünüm; gözükme, görünen; ortaya çıkma, gözükmeye başlama
apple(noun)elma
application(noun)başvuru, müracaat; uyarlama; belirli bir amaç için tasarlanmış bilgisayar programı
apply(verb)başvurmak, müracaatta bulunmak; belli bir durum ya da kişiyle ilişkilendirmek, etkilemek; uygulamak, bir şeyi belli bir durum için kullanmak; sürmek, yaymak, bir yüzeye sürmek, uygulamak
appointment(noun)randevu; atama, görevlendirme
approach(verb)yakına gelmek, yaklaşmak; bir şeyle ilgilenmek, alakadar olmak; konuyu açmak, konuyu oraya getirmek
approve(verb)onaylamak, izin vermek, tasdik etmek; kabul etmek, tasdik etmek
approximately(adverb)tahminen, yaklaşık olarak
architect(noun)mimar
architecture(noun)mimarlık; mimarlık becerisi
area(noun)saha, bölge; alan, bina ya da toprak parçası; bölüm, alan, konu veya faaliyetin bir parçası; yüzölçüm, ebat, boyut
argue(verb)tartışmak, münakaşa etmek; bir fikri tartışmak, nedenler öne sürmek
argument(noun)münakaşa; tartışma, argüman
arm(noun)kol; elbise kolu; sandalye, koltuk kolu
armchair(noun)koltuk
army(noun)ordu; aynı işi yapmak üzere bir araya gelen kalabalık insan topluluğu
around(preposition)etrafında, civarında, yaklaşık
around(adverb)etrafta, çevrede, bu civarda
arrange(verb)düzenlemek, planlamak, hazırlık yapmak; düzenlemek, yerlerine koymak, tanzim etmek
arrangement(noun)planlama, düzenleme; düzenleme, ayarlama, anlaşma; belli bir düzende duran bir grup nesne, tanzim
arrest(verb)tutuklamak
arrival(noun)varış, geliş; ortaya çıkış, keşfedilen, mevcut olan; yeni bir kişi veya şeyin varışı, ortaya çıkışı
arrive(verb)varmak, ulaşmak; meydana gelmek, var olmaya başlamak, zuhur etmek
art(noun)sanat; sanat, belli bir konuda yetenek
article(noun)makale; madde; dilbilgisinde ‘the’, ‘a’, veya ‘an’ gibi başına geldiği sözcüğü tarif eden tanım harfleri
artist(noun)sanatçı, sanatkar, ressam
as(preposition)olarak
as(conjunction)-dığı için, çünkü, -dıkça, -iken, gibi
as long as(prepositional phrase)…dığı / diği sürece; …mak / mek şartıyla; eğer
as well (as)(preposition)…da, …de, …dahi, aynı zamanda, ayrıca (da); ilaveten, ayrıca, yanısıra; …gibi…de; …kadar…da
as well (as)(adverb)birlikte
ashamed(adjective)utanmış, mahcup
ask(verb)sormak; istemek, dilemek; istekte bulunmak; ricada bulunmak; talep etmek; para talebinde, isteğinde bulunmak
asleep(adjective)uyuyan, uykulu, uykuda, uyumakta
aspirin(noun)aspirin
assist(verb)yardım etmek
assistant(noun)yardımcı, asistan
astronaut(noun)astronot
at(preposition)bir şeyin veya birinin konumunu, yerini göstermede kulanılır, … de, da; … de, … da, zamanında; … e, … a doğru; sıfatlardan sonra bir kişinin bir şeyde başarılı, iyi olduğunu belirtir; bir şeyin sebebini belirtir, özellikle bir hissin; ücret, hız, seviye belirtmede kullanılır; bir durumu veya eylemi bilidrmede
at / @(noun)elektronik posta işaretinin ‘@’ okunuşunu belirtir
at all(prepositional phrase)hiç, hiçte
at first(prepositional phrase)ilk başta, en başta
at last(prepositional phrase)nihayet, sonunda
at least(prepositional phrase)en azından, en aşağı
at once(prepositional phrase)derhal, hemen; aynı zamanda, hep bir anda
at present(prepositional phrase)şu an, şimdi
at the same time(prepositional phrase)aynı zamanda
athlete(noun)koşucu, atlet
athletics(noun)atletizm sporu
atmosphere(noun)bir yerin havası, genel durumu; atmosfer, dünyayı çevreleyen gazlardan oluşan tabaka; kapalı bir alanın havası
attach(verb)tutturmak, bağlamak, iliştirmek; bir şeye ilave olarak dahil etmek, eklemek; e-posta iletisine ekleme yapmak
attack(noun)saldırı, taarruz, atılma, hücum; birine eleştirel bir saldırı, bulaşma, eleştiri; nöbet, kriz, ani rahatsızlık; futbolda hücum, atak
attack(verb)saldırmak, hücum etmek; eleştirmek, sürekli kusur bulmak, saldırmak; saldırıya uğramak, kimyasal madde veya hastalığa maruz kalmak; saldırıya, hücuma geçmek, atak geliştirmek
attempt(verb)teşebbüs etmek, saldırmak, girişmek
attend(verb)katılmak, yer almak, devam etmek
attention(noun)dikkat; özen, itina, dikkat
attitude(noun)tavır, eda, davranış
attract(verb)çekmek, cezbetmek; çekmek, harekete geçirmek
attraction(noun)çekim, cezbetme; cazibe, cinsel cazibe
attractive(adjective)çekici, güzel, hoş, cezbedici; ilginç, faydalı, hoşa giden
audience(noun)dinleyici; bir filmin ya da kitabın müdavimi, sürekli izleyen ve dinleyicisi; resmi bir toplantıya davet, kabul, huzura davet, kabul etme
aunt(noun)teyze, hala
author(noun)yazar
autumn (Br Eng) (Am Eng: fall)(noun)sonbahar
available(adjective)mevcut, hazır; uygun, hazır, meşgul değil, görüşmeye hazır
average(adjective)sıradan, diğerleriyle aynı olan, vasat; ortalama miktar, ölçüde olan; vasat, sıradan
average(noun)ortalama; vasat, sıradan olan
avoid(verb)kaçınmak, sakınmak, uzak durmak, (argo) atlatmak, birini ekmek; önlemek, engel olmak, karşı durmak
awake(adjective)uyanık, uyanmış, farkında
away(adverb)farklı bir yere / konuma, konumda, yerde; uzakta, ötede; uzaklarda, başka yerlerde; bilinen veya emin bir yere; devamlı’, ‘tekrar, tekrar’ anlamında; gitgide gözden uzaklaşan, kaybolan ve tamamen yok olacak biçimde; deplasmanda, evsahibi takımın sahasında
awesome(adjective)saygı uyandıran, heybetli, ürkütücü, çok özel