İçeriğe atla
C Harfi İle Başlayan Kelimeler (488 Kelime)
- cabinet (noun) raflı, çekmeceli dolap; kabine, bakanlar kurulu, hükümet üyeleri
- calculate (verb) hesaplamak
- calculation (noun) hesaplama; bir şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünüp, hesap etme
- calorie (noun) kalori
- campaign (noun) kampanya, düzenlenen bir dizi faaliyetler bütünü; bir dizi askeri saldırı
- campaign (verb) kampanya düzenlemek
- campus (noun) yerleşke, üniversitenin bulunduğu alan, yer
- candidacy (noun) adaylık
- candidate (noun) aday; aday, yarışmacı, sınava katılan
- capability (noun) yeterlik, yetenek, güç, iktidar
- capable (adjective) yeterli, güçlü, muktedir
- capacity (noun) hacim, kapasite; üretim miktarı, kapasitesi; bir şeyi yapma, anlama ve uygulama yeteneği, yetisi, kapasitesi, kavrayış, kavrama; görev, iş
- capital (adjective) ana; büyük, çok iyi; büyük harfle
- capital (noun) başkent, başşehir; anapara, kapital; büyük harf
- capital punishment (noun) ölüm / idam cezası
- capitalism (noun) kapitalizm, bir tür siyasi ve ekonomik sistem
- capitalist (noun) kapitalist
- capitalist (adjective) kapitalist
- carbohydrate (noun) karbonhidrat
- carbon (noun) karbon
- carbon dating (noun) karbon tarih saptama yöntemi
- carbon dioxide (noun) karbon dioksit
- carbon dioxide (noun) karbon dioksit
- carbon footprint (noun) karbon ayak izi
- carbon neutral (adjective) karbon emisyonu üretmeyen
- cardiovascular (adjective) kalp ve damarlara ilişkin, kardiyovasküler
- career (noun) meslek, iş; meslek yaşamı
- career (verb) hızla hareket etmek; koşuşturmak, koşmak
- carnivore (noun) etobur hayvan
- carnivorous (adjective) etobur
- carry out (phrasal verb) bir sözü yerine getirmek, yapmak, tamamlamak, başarmak, vaadi yerine getirmek
- case (noun) durum, hal, vaziyet, hadise, mesele; dava; vaka; hastalık, rahatsızlık vakası; hasta; belli bir durumu kanıtlayan sebepler ve gerçekler; kasa, sandık, kutu; valiz, çanta
- case study (noun) durum çalışması, belli bir denek çalışması
- casual (adjective) rastlantısal, tesadüfi; kayıtsız, laubali, ilgisiz, umursamaz; gündelik, rastgele, resmi omayan, rahat; günlük, resmi olmayan
- catalogue (noun) katalog
- catalogue (verb) kataloglamak
- catastrophe (noun) felaket, afet, facia, yıkıma sebep olan olay
- catastrophic (adjective) feci, yıkıcı
- catastrophically (adverb) feci derecede, feci boyutta, feci biçimde, feci şekilde
- categorize (verb) gruplara ayırmak, sınıflandırmak
- category (noun) sınıf, grup, kategori
- cause (noun) sebep, neden; gerekçe; amaç, dava
- cause (verb) sebep olmak
- caution (noun) dikkat, itina, özen, ihtimam, ihtiyat; uyarı, ikaz
- caution (verb) ikaz etmek, dikkatini çekmek; uyarmak
- cautious (adjective) dikkatli, itinalı
- cautiously (adverb) dikkatli bir şekilde
- cease (verb) durdurmak, sona erdirmek, kesmek
- celebrity (noun) şöhret, ün
- cell (noun) hücre, yaşayan en küçük canlı; hücre, küçük oda, nezarethane
- celsius (noun) santigrat
- censor (noun) sansür
- censor (verb) sansürlemek, sansür etmek / uygulamak
- censorship (noun) sansür, yasak, sansür uygulaması
- census (noun) nüfus sayımı
- centigrade (noun) santigrat
- centimetre (noun) santimetre
- central (adjective) merkezi; merkezde olan, ana merkezde; ana ve en önemli olan; bir şehrin ana merkezinde olan
- central (noun) ortası, merkezi; merkez, belli bir işlev için kullanılan merkez; iş merkezi; siyasette orta çizgi
- centrally (adverb) merkezde
- centre (noun) ortası, merkezi; merkez, belli bir işlev için kullanılan merkez; iş merkezi; siyasette orta çizgi
- centre (verb) bir şeyi merkeze koymak, yerleştirmek
- century (noun) yüzyıl, asır
- certain (adjective) kesin; emin, kat’i; belli, besbelli, kaçınılmaz
- certainly (adverb) kesinlikle, tabii; elbette
- cf (abbreviation) yazılan konunun başka bir konuyla mukayese edilmesi gerektiğini belirtir
- chain reaction (noun) sıralı, birbiri peşisıra olan tepki
- challenge (noun) birinin yetenek ve kararlılığını ölçen şey, durum; meydan okuma; birinin yetkisine, kurallar veya fikirlerine karşı durma, rakip olarak görme
- challenge (verb) zora sokmak, karşı durmak, memnuniyetsizliğini dile getirmek, sorgulamak; meydan okumak, düelloya davet etmek
- channel (noun) tv / radyo kanalı / bandı; kanal; iletişim kanalı; geçiş tüneli / kanalı
- channel (verb) suyu kanalize etmek, kanal yardımıyla götürmek; parayı ve enerjiyi belli bir amaç için kanalize etmek, kullanmak
- chapter (noun) kitabın bölümleri; bir insanın veya tarihin bir dönemi
- character (noun) karakter, şahsiyet, kişilik; kitap, film vs. de karakter, asıl kişi; ilginç ve sıradışı özellikler; bir tür insan, karakter, vasıf; farklı özelliği/vasfı olan kişi, şahıs; yazıda kullanılan işaret, harf ve rakamların tümü
- characteristic (adjective) kendine özgü, tipik, karakteristik
- characteristic (noun) özellik, karakteristik, nitelik, hususiyet
- charge (noun) ücret, fiyat, tutar; resmi polis ithamı, suçlama tutanağı, belgesi; suçlama, itham; saldırı, hücum, atılma
- charge (verb) ücretlendirmek, fiyat istemek, ücret talep etmek; suçlamak, itham etmek, suçlu bulmak; saldırmak, hücum etmek, atılmak; şarj etmek
- charity (noun) hayır kurumu, yardım derneği, darülaceze; yardım, sadaka; sevecenlik, hayırseverlik, merhamet, hoşgörü
- chart (noun) çizelge, tablo, grafik, çizim; deniz veya gökyüzü haritası
- chart (verb) bir şeyi belli bir süre izleyip kaydetmek; kara, deniz veya gökyüzünün haritasını yapmak, çıkarmak
- check (verb) kontrol etmek, denetlemek, bakmak; araştırmak, hakkında bilgi almak; izin istemek, müsaade etmesini istemek; durdurmak, kontrol/denetim altına almak; işaretlemek, kontrol işareti koymak, kontrol edildiğini göstermek; emanete bırakmak, birinin himayesini/gözetimine bırakmak
- check (noun) kontrol, yoklama; çek; hesap, fiş, hesap pusulası; (✓) işareti; ekose; küçük, farklı renkte karelerden oluşan
- chemical (adjective) kimyasal
- chemical (noun) kimya
- chemically (adverb) kimyasal olarak
- chemist (noun) kimyacı; kimyager
- chemistry (noun) kimya bilimi, kimya
- chief (adjective) başlıca, en önemli; şef, başkan, lider, rütbece yüksek olan
- chief (noun) şef; başkan
- chiefly (adverb) başlıca, en çok, esas olarak
- childhood (noun) çocukluk
- choice (noun) seçme, belirleme; seçim, tercih; seçenek, çeşit, tür; birinin seçimi, tercihi
- choose (verb) seçmek, tercih yapmak
- chronic (adjective) müzmin, süregelen, kronik, geçmek bilmeyen, uzun süre devam eden
- chronically (adverb) süregelen, devam eden bir şekilde
- chronological (adjective) eylemlerin oluş sırası tarih sırasına göre düzenlenmiş, kronolojik
- chronologically (adverb) sırasıyla, kronolojik olarak
- circle (noun) daire, yuvarlak; aile, iş ve sosyal anlamda çevre
- circle (verb) daire çizmek; çevresine çizgi çizmek
- circuit (noun) devre; elektrikte devre; turnuva, peşpeşe bir şeylerin yapıldığı eylem veya yerler
- circular (adjective) dairesel, yuvarlak; başladığı yere geri getiren seyahat, gezi, farklı güzergâhtan geçerek başladığı yere dönen
- circular (noun) aynı anda bir çok kişiye gönderilen, sirküler, genelge
- circulate (verb) duyurmak, yaymak, herkese ilan etmek; bir grup insana bilgi göndermek ve almak; bir şeyin etrafından dolaş(tır)mak veya içinden geç(ir)mek
- circulation (noun) kan dolaşımı; para, bilgi ve mal dolaşımı; (gazete, dergi vb.) tiraj
- circumference (noun) daire çevresi, çember
- cite (verb) bahsetmek, değinmek, alıntı yapmak; mahkemeye çağırmak, mahkeme celbi göndermek
- civil (adjective) sivillere veya şeylere ilişkin; medeni konularla ilgili, uygar, medenî; kibar, nazik
- civil rights (noun) medenî haklar
- civilian (adjective) sivil
- civilian (noun) sivil, üniformasız kimse
- civilization (noun) medeniyet, medeniyete sahip toplumlar; medeniyet, uygarlık
- claim (noun) iddia; talep, yasal talep; hak
- claim (verb) iddia etmek, ileri sürmek; alep etmek, sahiplenmek, hak iddia etmek; can almak, cana malolmak
- clarification (noun) netleştirme
- clarify (verb) açıklamak, izah etmek, açıklığa kavuşturmak, açıklık getirmek
- clarity (noun) duruluk, açıklık, belirginlik
- class (noun) sınıf, ders; zümre, tabaka, sınıf, toplumsal sınıf, toplum; tabaka, niteliğine göre sınıflandırma; tür, çeşit, tip, nevi; mükemmel, klas
- class (verb) gruplandırmak, sınıflandırmak, özelliğine göre tasnif etmek
- classical (adjective) klasik; eski Yunan ve Roma’ya ait
- classics (noun) yunan ve roma klasikleri
- classification (noun) tasnif, sınıflandırma, gruplandırma
- classify (verb) sınıflandırmak, ayırmak, tasnif etmek
- clause (noun) madde, fıkra, bent; cümlecik, yardımcı cümle, yan cümle
- clear (adjective) açık, anlaşılabilir; net, anlaşılır, okunur, açık; aşikâr, belli; emin, besbelli; ortada, açık; berrak, pırıl pırıl; net, belirgin, saydam
- clear (adverb) temiz, masum, suçsuz, sorumlu değil; rahat, sorunsuz, zorda değil
- clear (noun) uzakta, dokunmadan
- clear (verb) temizlemek, açılmak, kaldırmak, berraklaşmak
- clearly (adverb) açık, belli, net, belirgin bir şekilde, net olarak, doğru bir şekilde; açıkça, açık seçik, açık bir şekilde; şüphesiz, kesinlikle, apaçık
- client (noun) müşteri, müvekkil / müvekkile
- climate (noun) iklim, hava durumu; ortam, hava, genel durum
- clinic (noun) klinik
- clinical (adjective) klinik tedavi ve testlere ilişkin; duygulardan çok inceleme ve araştırma sonuçlarını dikkate alan, tıbbi olarak
- clockwise (adverb) saat yönünde, saat yönünde olan
- clockwise (adjective) saat yönünde, saat yönü, saat yönünde olan
- clone (noun) klon, yapay olarak elde edilen bitki veya hayvan kopyası; tıpatıp aynısı, benzeri, eşi
- clone (verb) klonlamak, aynısını/benzerini yaratmak
- coast (noun) sahil, kıyı, deniz kenarı
- coast (verb) sorunsuzca ilerlemek / başarmak; yokuş aşağı aracı boşa alarak gitmek
- coastal (adjective) kıyıya ait, kıyıda olan, kıyıya ilişkin
- code (noun) kod, şifre; telefon kodu / bölge kodu; genel kurallar, kurallar manzumesi
- code (verb) şifre ile yazmak, kodlamak
- cognitive (adjective) anlama, kavrama, öğrenmeye ilişkin
- coherence (noun) uyum, netlik
- coherent (adjective) tutarlı, ahenkli, kolay anlaşılır, bağdaşık, mantıklı; anlaşılır, tutarlı, mantıklı
- coin (noun) madeni para;
- coin (verb) (yeni bir kelime, ifade) bulmak, uydurmak, yaratmak
- coincide (verb) tesadüf etmek, aynı zamana rastgelmek, çakışmak; uymak, uyuşmak, bağdaşmak, aynı fikirde olmak
- coincidence (noun) tesadüf, rastlantı
- coincidental (adjective) tesadüfi, rastlantı eseri olarak
- collaborate (verb) birlikte çalışmak, iş birliği yapmak, ortak çalışmak; düşmanla işbirliği yapmak, ülkesinin düşmanlarıyla işbirliği yapmak, ihanet etmek;
- collaboration (noun) işbirliği, ortaklık, katılma; düşmanla işbirliği, ihanet
- collaborative (adjective) ortak çalışmaya dayalı, işbirlikçi
- collapse (noun) (sistem, kuruluş, iş vs.) çökme, yıkılma, mahvolma; (kişi, yapı) çökme, ayakta duramama, bayılma
- collapse (verb) düşmek, yıkılmak; çökmek, yıkılıp dağılmak, göçmek; çalışamamak veya başaramamak
- collate (verb) karşılaştırmak, harmanlamak, toplayarak sıralamak
- collation (noun) karşılaştırma, harmanlama
- colleague (noun) iş arkadaşı
- collect (adjective) ödemeli (arama)
- collect (adverb) ödemeli olarak (arama)
- collect (noun) ayinlerde okunan kısa dua
- collect (verb) toplamak, bir araya getirmek; koleksiyon yapmak, biriktirmek, toplamak; gidip getirmek, uğrayıp almak; yardım toplamak; toplamak, alacağını tahsil etmek; toplanmak, bir araya gelmek;
- collection (noun) aynı türden bir grup nesne, koleksiyon; toplama, alma; para veya yardım toplama, bağış, toplanan para; grup,takım, küme, derleme, antoloji
- college (noun) kolej; üniversite; üniversitenin bağımsız bir bölümü
- colonial (adjective) sömürgeciliğe ait, sömürge toplumundan, koloni olan ülkeye ait
- colonialism (noun) sömürgecilik, sömürge hayatı
- colonialist (adjective) sömürgeci, kolonist
- colonialist (noun) sömürgeci, sömürgecilik yanlısı
- colonize (verb) sömürgeleştirmek, koloni haline getirmek; bir yerde koloni kurmak, büyük gruplar halinde yaşayıp büyümek
- colony (noun) sömürge, koloni; (hayvan, böcek, bitki vb.) bir yerde beraber yaşama, koloni oluşturma/kurma; insanlar grubu, ortak amaçlar için bir araya gelmiş insanlar topluluğu
- combat (noun) muharebe, savaş, muharip
- combat (verb) savaşmak, mücadele etmek
- combination (noun) birleşim, karışım, terkip; şifre
- combine (verb) birleş(tir)mek, bir araya getirmek, bir araya gelmek; aynı anda bir kaç işi yapmak
- combustion (noun) yanma, tutuşma
- commence (verb) başlamak
- comment (noun) yorum, düşünce, fikir
- comment (verb) yorum yapmak, fikir beyan etmek, görüş belirtmek
- commentary (noun) naklen yayın / anlatım / bildirme; yorum, açıklama
- commerce (noun) ticaret
- commercial (adjective) ticari, ticarete ilişkin; kâr amacı olan, ticari
- commercial (noun) reklam (radyo, tv)
- commercially (adverb) ticari olarak
- commission (noun) kurul, heyet, komite, komisyon; görev, görevlendirme, iş, yetki; satıştan alınan yüzde, komisyon
- commission (verb) görevlendirmek, işini belirlemek
- commit (verb) (yasa dışı iş, suç vb.) işlemek, yapmak; kesin karar vermek, kendini sorumlu kılmak; (para, zaman, enerji vb.) ayırmak, vakfetmek, sarfetmek
- commitment (noun) sadakat, bağlılık, kararlılık; sorumluluk, yükümlülük, taahhüt; iş, görev, eylem, sorumluluk
- committed (adjective) bağlı, sadık, gönül vermiş, istekli
- commodity (noun) mal, ürün, emtia, meta
- common (adjective) yaygın, bilinen, olağan; ortak, birlikte, paylaşılan; yaygın, çok bilinen, sıradan; alelade, sıradan, kaba, adi, bayağı
- common (noun) mera, otlak, ortak kullanım alanı
- commonly (adverb) sık sık, genellikle, çoğunlukla, yaygın olarak
- communicate (verb) iritbatta olmak, bağlantı kurmak, haberleşmek; iletişim kurmak, kendini anlatmak/anlaşılmasını sağlamak
- communication (noun) iletişim, haberleşme, bildirişim; haber, ileti, mesaj, açıklama, bildiri
- communism (noun) komünizm
- communist (adjective) komünist
- communist (noun) komünist
- community (noun) toplum, ahali, topluluk; halk, ahali, toplum
- commute (verb) her gün işe gidip gelmek
- commuter (noun) her gün işe gidip gelen kimse
- company (noun) şirket, kuruluş, ortaklık; arkadaşlık, eşlik; grup, birlik, topluluk, kumpanya, dansçılar ve/veya sanatçılar topluluğu
- comparative (adjective) karşılaştırmalı, mukayeseli
- comparative (noun) (dilbilgisi) mukayese / karşılaştırma derecesi
- comparatively (adverb) nispeten, kısmen, karşılaştırmalı olarak, orantılı olarak
- compare (verb) mukayese etmek, kıyaslamak; benzetmek/benzemek, karşılaştırmak, … kadar iyi olmak
- compared with/to (verb) … ile kıyasla, mukayese ederek
- comparison (noun) mukayese, kıyaslama, karşılaştırma
- compatibility (noun) uyum
- compatible (adjective) birbirine uyan, bağdaşan, uyumlu; uyumlu, kafaları birbirine uyan, iyi anlaşan
- compelling (adjective) heyecan verici, ilgi çeken, dayanılmaz; zorunlu, kaçınılmaz, mecburi, zorlayıcı, itekleyici
- compensate (verb) tazmin etmek, zararını karşılamak, tazminat ödemek, telafi etmek; acısını telafi etmek, azaltmak
- compensation (noun) tazminat; karşılık, bedel
- competition (noun) yarışma, müsabaka; yarış, çekişme, rekâbet
- competitive (adjective) yarışmayla ilişkin, rekabete dair; hırslı, rekabeti seven, yarışma ruhu taşıyan; rekabet fiyatlarına ilişkin, ücret çekişmesi yaratan
- compilation (noun) derleme, bir araya getirme, derleme eser
- compile (verb) derlemek, bir araya getirmek, toplamak
- complement (noun) bütünleme, tamamlama; hepsi, tam kadro, tam takımı; tümleç, tamamlayıcı
- complement (verb) bütünlemek, tamamlamak
- complementary (adjective) bütünleyici, tamamlayıcı
- complete (adjective) eksiksiz, tam, bütün, komple; tam, adamakıllı, iyice; bitmiş, tamamlanmış, tamam
- complete (verb) tamamlamak, bitirmek; tamamlamak,bir bütünün gerekli son parçasını sağlamak; bir formu doldurmak, istenilen bilgileri yazmak
- completion (noun) sona erme, bitme, tamamlama
- complex (adjective) karmaşık, anlaşılması güç, kafa karıştıran
- complex (noun) birbirine bağlı yapılar / binalar grubu; site; kuruntu, bir şeyden korkmaya veya birini endişeye sevkeden zihinsel sorun
- compliance (adjective) uyma, itaat, rıza
- compliance (noun) rıza, uysallık, baş eğme
- comply (verb) itaat etmek, razı olmak, muvafakat etmek
- component (noun) parça, unsur, eleman
- compose (verb) tanzim etmek, düzeltmek, oluşturmak; bestelemek, yaratmak; yazmak
- compose (verb) tanzim etmek, düzeltmek, oluşturmak; bestelemek, yaratmak; yazmak
- composer (noun) besteci
- composition (noun) karışım, terkip; beste; müzik besteleme, yazma; yazı, kompozisyon; tasarım, çizim, yapıt, yaratma
- compound (noun) bileşim, karışım, terkip; etrafı duvarla çevrili arazi içinde büyük ev, malikhane, binalar topluluğu; bileşik isim
- compound (verb) işleri iyice kötüye götürmek, daha da berbat etmek
- comprehend (verb) anlamak, kavramak
- comprehension (noun) anlama / kavrama yetisi; anlama-kavrama sınavı / alıştırması
- comprehensive (adjective) etraflı, kapsamlı, geniş, herşeyi içeren
- comprehensive (noun) Britanya’da 11-18 yaş arası öğrencilerin gittiği okul
- comprehensively (adverb) tamamen, etraflıca
- comprise (verb) … den / dan oluşmak / meydana gelmek; oluşturmak, meydana getirmek
- compromise (noun) uzlaşma, uyuşma, anlaşma, orta bir yol bulma
- compromise (verb) uzlaşmak, anlaşmak, orta yol bulmak; isteklerinden feragat etmek / fedakârlıkta bulunmak, istemediği halde yapmayı kabul etmek, taviz vermek; kötü etkisi olmak, tehlikeye sokmak
- compulsorily (adverb) mecburen, zorunlu olarak, kaçınılmaz biçimde, zorla
- compulsory (adjective) mecburi, zorunlu, yapılması kaçınılmaz
- computer (noun) bilgisayar
- computer science (noun) bilgisayar bilimi
- computer scientist (noun) bilgisayar bilimci / uzmanı
- computerized (adjective) bilgisayarlaştırılmış, bilgisayar donanımlı, bilgisayarla işlenmiş
- conceivable (adjective) akla gelebilecek, mümkün olan, aklın alabileceği
- conceivably (adverb) akla yatan
- conceive (verb) gebe / hamile kalmak; tasavvur etmek, tasarlamak, hayal edebilmek; tasarlamak, planlamak, düşünüp yaratmak
- concentrate (verb) yoğunlaşmak, konsantre olmak, dikkatini toplamak
- concentration (noun) bir şeye yoğunlaşma, dikkatini toplama, konsantrasyon; yoğunluk, birikim, çokluk, fazlalık
- concept (noun) fikir, kavram, anlayış, prensip
- concern (noun) kaygı, tasa; ilgi, alaka, önem; iş, şirket, kuruluş, işletme
- concern (verb) ilgilendirmek, alakadar etmek; endişelendirmek, canını sıkmak, kaygılandırmak, tasalanmak; …ile ilgili olmak; …e / a dair olmak
- concerned (adjective) tedirgin, ürkek; endişeli, tasalı, kaygılı
- concerning (preposition) ilgilendiren, alakadar eden, hakkında, …e ait, …ile ilgili
- concise (adjective) özlü, kapsamlı; kısaltılmış, kapsamı daraltılmış, özlü
- concisely (adverb) kısa, öz bir şekilde
- conclude (verb) bit(ir)mek, son er(dir)mek, sonuçlandırmak; sonlandırmak, son şeklini vermek, sona erdirmek; (iş anlaşması, düzenleme vb.) tamamlamak, bitirmek, sonuçlandırmak
- conclusion (noun) sonuç, nihai son; son, nihai son; resmî sonuç, karar, antlaşma, düzenleme
- conclusive (adjective) kesin
- conclusively (adverb) kesin bir şekilde
- concrete (adjective) kesin, belli, gerçeklere dayalı; somut, elle tutulur gözle görülür
- concrete (noun) beton
- concrete (verb) beton dökmek, betonla kaplamak
- concurrent (adjective) eş zamanlı
- concurrently (adverb) aynı anda olan
- condemn (verb) kınamak, lanetlemek, ayıplamak; yıkım kararı almak, binayı mühürleyip kullanılmasına izin vermemek
- condemnation (noun) lanetleme, kınama, ayıplama
- condensation (noun) yoğunlaşma, buğu
- condense (verb) sıvılaştırmak, yoğunlaş(tır)mak, sıcak gazın soğuduğunda sıvı haline gelmek; kısaltmak, kısa ve öz yazmak/söylemek; yoğunlaş(tır)mak
- condition (noun) hal ,durum, konum; şart, koşul; rahatsızlık, hastalık
- condition (verb) şartlandırmak, koşullandırmak, koşullamak; saçlara şekil vermek, bakım uygulamak
- conditional (adjective) bir şarta / koşula bağlı, şartlı / koşullu; şart kipi
- conditionally (adverb) şartlı olarak, yerine göre
- conduct (noun) davranış, hal, tavır
- conduct (verb) düzenlemek, yürütmek, yapmak, uygulamak; (orkestra, koro vb.) idare etmek, yönetmek; (elelktrik/ısı) iletmek, geçirmek; götürmek, rehberlik etmekönderlik etmek, yol göstermek
- conduction (noun) iletme, taşıma, götürme, iletim
- conductive (adjective) iletken
- conductivity (noun) iletkenlik, geçirgenlik
- conductor (noun) koro / orkestra şefi; (tren, otbüs vb.) biletçi, kondüktör; tren şefi, kondüktör; iletken, geçirgen
- cone (noun) koni, külah; külah
- confined (adjective) dar, kapalı
- confirm (verb) doğrulamak, onaylamak; kesinleştirmek, teyit etmek
- confirmation (noun) onay, teyit, doğrulama; kiliseye kabul töreni
- conflict (noun) anlaşmazlık, çekişme; (ülke ve gruplar arsı) çatışma, mücadele, anlaşmazlık; (iki ve daha fazla şey) çatışma, uyuşmazlık
- conflict (verb) çatışmak, uyuşmamak, anlaşamamak, beraber olamamak, çelişmek
- conform (verb) uymak, sıra harici davranış göstermemek
- congestion (noun) (trafik) tıkanıklık, sıkışıklık
- congress (noun) kongre; (ABD) senato ve temsilciler meclisinden oluşan kongre, meclis
- congressional (adjective) ABD kongresine ait
- conjecture (noun) varsayım, tahmin
- conjecture (verb) tahminde bulunmak, varsayımda bulunmak
- connect (verb) birleştirmek, bağlamak; bağlantı kurmak, ilişkisi olmak, ilişkilendirmek; aktarmak, aktarması olmak, bağlantılı olmak; bağlamak, irtibatlandırma / irtibatlamak
- connected (adjective) bağlantılı, ilişkili; bağlı
- connection (noun) ilişki, ilgi, alaka; bağlantı, irtibat; aktarma (tren, uçak, otobüs)
- connection (noun) ilişki, ilgi, alaka; bağlantı, irtibat; aktarma (tren, uçak, otobüs)
- connotation (noun) çağrışım, yan anlam, ima
- consecutive (adjective) ardışık, birbiri ardından gelen, birbiri peşi sıra olan
- consecutively (adverb) ardışık bir şekilde
- consensus (noun) ortak mutabakat, genel görüş, oy birliği
- consent (noun) muvafakat, müsaade, izin, rıza
- consent (verb) razı olmak, muvafakat etmek, izin vermek
- consequence (noun) sonuç, netice
- consequently (adverb) sonuç itibariyle, bu nedenle, bundan dolayı
- conservation (noun) çevre koruma; doğal kaynakları koruma / muhafaza / sakınma
- conservation (noun) çevre koruma; doğal kaynakları koruma / muhafaza / sakınma
- conservative (adjective) tutucu, muhafazakâr
- conservative (noun) sağcı, sağ görüşlü, tutucu görüşleri benimseyen
- conserve (verb) idareli / dikkatli / çarçur etmeden kullanmak; korumak, muhafaza etmek
- conserve (noun) konserve, reçel
- consider (verb) enine boyuna düşünmek, dikkatle değerlendirmek; gerçekleri dikkate almak, düşünmek
- considerable (adjective) dikkate değer, önemli;
- considerably (adverb) bir hayli fazla
- consist (verb) oluşmak / meydana gelmek; müteşekkil olmak
- consistency (noun) istikrar, süreklilik, tutarlılık, denge; (sıvı) koyuluk, kıvam, yoğunluk
- constant (adjective) sürekli, devamlı; sabit değişmez
- constant (adjective) sürekli, devamlı; sabit değişmez
- constant (adjective) sürekli, devamlı; sabit değişmez
- constantly (adverb) sürekli olarak
- constituent (noun) öğe, parça, unsur, eleman; seçmen, bölge halkı / ahalisi
- constitution (noun) anayasa; sağlık, sıhhat, bünye
- constitutional (adjective) anayasal, anayasaya ilişkin / ile ilgili
- constrain (verb) sınırlayarak kontrol altına almak, kısıtlamak, zorlamak, sınırlamak, baskı uygulamak
- constraint (noun) sınırlama, zorlama, kısıtlama, baskı
- construct (noun) inşa etmek, kurmak, yapmak
- construct (verb) inşa etmek, yapmak, kurmak, çatmak
- construction (noun) inşa etme, yapma, kurma, bina etme; inşaat, bina, yapım, yapı; cümle / ifade yapısı / kurgusu
- constructive (adjective) yapıcı, yararlı, faydalı
- consult (verb) danışmak, fikir sormak / araştırmak, başvurmak; istişare etmek, müzkerre etmek, görüş alışverişinde bulunmak
- consultant (noun) danışman, müşavir, uzman; mütehassıs, uzman, doktor
- consultation (noun) görüşme, danışma, konsültasyon; istişare, görüşme, fikir teatisi yapılan toplantı
- consume (verb) tüketmek, bitirmek; yemek içmek; yakıp kül etmek
- consumer (noun) tüketici
- consumption (noun) tüketim, tüketilen miktar; tüketim, sarf, harcama, yeme, içme, kullanma
- contact (noun) temas, ilişki, münasebet; temas, dokunma, dokunuş; tanıdık, bildik, ahbap, torpil; gözlük yerine kullanılan plastik küçük parçalar, kontak lens
- contact (verb) temas / irtibat kurmak, görüşmek, yazışmak, konuşmak
- contain (verb) kapsamak, içermek; ihtiva etmek, içine almak; yayılmasını engelleyerek kontrol altına almak, hakim olmak; duygularına hakim olmak
- container (noun) kap, sandık, varil, şişe vb.
- contaminant (noun) atık, kirletici madde
- contaminate (verb) kirletmek
- contaminated (adjective) kirlenmiş, kirletilmiş
- contamination (noun) kirlilik, pislik
- contemporary (adjective) çağdaş, modern; çağdaş, aynı çağa ait olan
- contemporary (noun) çağdaşı, akran, aynı çağda yaşamış kişiler
- contend (verb) ileri sürmek, iddia etmek; yarışmak, çekişmek, mücadele etmek, rekâbet halinde olmak
- contention (noun) düşünce, inanç, iddia; rekabet, mücadele; çekişme, münakaşa, uyuşmazlık
- contents (noun) içerik, esas; içindekiler, içerik; (kitap) içindekiler bölümü
- contents (noun) içerik, esas; içindekiler, içerik; (kitap) içindekiler bölümü
- continent (noun) kıta
- continental (adjective) kıtaya ilişkin; Avrupa’ya ilişkin
- continuous (adjective) devamlı, sürekli; fiillerin geçmişte ve şimdiki zaman içinde devamlılık bildirme hali
- continuously (adverb) hiç durmadan devam ederek
- contract (noun) sözleşme, mukavele
- contract (verb) çek(tir)mek, kısal(t)mak, küçül(t)mek; hastalık kapmak, yakalanmak, bulaşmak; sözleşme / mukavele yapmak, imzalamak
- contraction (noun) (hamile) kasların kasılması; kısaltma, kısaltılmış sözcükler; büzülme, çekme, kısalma, küçülme
- contradict (verb) çelişmek, aykırı olmak, uyuşmamak, tezat yaratmak; karşı çıkmak, aksini iddia etmek
- contradiction (noun) çelişki, tezat, aykırılık; itiraz, inkar, karşı çıkma, tezat kabul etme
- contradictory (adjective) çelişkili, birbirine zıt / aykırı
- contrast (noun) karşılaştırma, kıyaslama, tezat, zıtlık
- contrast (verb) karşılaştırmak, kıyaslamak, birbiriyle karşılaştırmak; tezat teşkil etmek, farklılıkları göstermek
- contribute (verb) katkıda / bağışta / yardımda bulunmak; makale yazmak, yazarak katkıda bulunmak
- contribution (noun) yardım, katılım; maddi katkı, bağış
- control (noun) güç, kontrol, hakimiyet; yetki, idarî hakimiyet, yönetim yetkisi; (kural, kanun vb.) sınırlama, tahdit; kendi kendini denetleme, sakinliğini koruma; (araç, makina vb.) açma kapama düğmesi/levyesi, kumanda kolu; (belge, kimlik vb.) denetlenen, konrtol edilen nokta/yer
- control (verb) kontrol etmek, denetlemek, ayarlamak; sınırlandırmak, bir şeyin kullanımını / miktarını / sayısını kontrol etmek; bir yeri yönetmek, idare etmek, kontrol etmek; kendini kontrol etmek, duygularını ve davranışlarını zaptetmek
- controversial (adjective) tartışmalı, tartışmaya açık, nizalı, uyuşmazlık yaratan
- controversially (adverb) çekişmeli olarak
- controversy (noun) tartışma, münakaşa, nizah
- convenience (noun) uygunluk, kolaylık; rahatlık, yaşam kolaylıkları, konfor
- convenient (adjective) tam, müsait, uygun; yakın, ulaşımı kolay, elverişli
- conveniently (adverb) elverişli bir şekilde
- converse (adjective) aksi, zıt, ters
- converse (noun) sohbet; ters, zıt
- converse (verb) konuşmak, sohbet etmek
- conversely (adverb) bunun aksine, zıddına, tam tersi olarak
- conversion (noun) değişim, dönüşüm; din / inanç değiştirme
- convert (verb) dönüştürmek, değiştirmek, döndürmek; dinini değiştir(t)mek, dininden dön(dürt)mek
- convert (noun) dinini değiştiren kimse
- convey (verb) nakletmek, aktarmak, açığa çıkarmak, ifade etmek; taşımak, götürmek
- convict (noun) mahkûm, suçlu
- convict (verb) mahkum etmek, suçlu bulmak
- convince (verb) ikna etmek, inandırmak; razı etmek, ikna etmek
- convincing (adjective) inandırıcı, ikna edici
- cool (adjective) serin, soğuk; iyi, klas ve modaya uygun; sakin ve fazla duygusal olmayan, serin kanlı; samimi olmayan, soğuk, kayıtsız, ilgisiz
- cool (exclamation) Harika! İşte bu! Güzel! Çok hoş! vb. (hoşlanma ve kabul belirten) ünlem
- cool (noun) serinlik
- cool (verb) serinle(t)mek, soğu(t)mak; ilişki, duygu vb. zayıfla(t)mak, etkisi azalmak, eski önemini yitirmek
- co-operate (verb) işbirliği yapmak, birlikte çalışmak; birine yardım etmek, elbirliği etmek
- co-operation (noun) işbirliği, ortaklık, yardım
- co-operative (adjective) birlikte çalışmayı seven, işbirliğine yatkın; birlikte olan, beraber çalışan, ortaklık gerektiren
- co-operative (noun) birlikte çalışmayı seven, işbirliğine yatkın
- co-ordinate (verb) kooperatif
- co-ordination (noun) verimli / ortak çalışmayı düzenleme, koordinasyon; bedensel faaliyetlerin ve uzuvların işbirliği / koordinasyon içinde çalışması
- copyright (noun) telif hakkı
- core (noun) esas, öz, ana; orta, iç, göbek (meyve); gezegenin merkezi / ortası
- corporate (adjective) büyük şirket veya gruba ilişkin
- corporation (noun) şirket, kurum
- correct (adjective) doğru, uygun
- correct (verb) düzeltmek, doğrulamak
- correction (noun) düzeltme
- correctly (adverb) doğru bir şekilde
- correlate (verb) ilişkisi/bağlantısı olmak; bağlantılı / biribirine ilişkin olmak, bağlantı kurmak, ilişkisini göstermek
- correlation (noun) ilişkilendirme, bağlantı kurma, karşılıklı ilişki / bağlantı
- correspond (verb) aynı / benzer olmak, birbirine uymak; mektuplaşmak, yazışmak, haberleşmek
- corresponding (adjective) benzer veya ilişkili
- corrupt (adjective) ahlaksız, namussuz, cibiliyetsiz, hayasız, yasadışı; bozulmuş, kullanılamaz, yıpranmış
- corrupt (verb) ahlakını bozmak, ahlakı bozulmak, yoldan çık(arıl)mak, baştan çık(ar)mak; bilgisaya(rı) çök(ert)mek, bilgiyi yok etmek, zarar vermek
- corruption (noun) ahlaki çöküntü / çürüme / kokuşma; ahlakını bozma, baştan çıkarma, namussuzluk, ahlaksızlık, hayasızlık
- cost (noun) maliyet, tutar, fiyat, eder; bedel
- cost (verb) malolmak, tutmak, para etmek; (birine) masraf açmak,birinin kaybetmesine yol açmak; hesaplamak, paha / değer biçmek
- cost of living (noun) yaşam maliyeti
- council (noun) meclis, encümen; divan, konsey, danışma kurulu
- councillor (noun) konsey / meclis / divan / kurul üyesi
- count (noun) hesaplama, sayma, sayım; kont; bir konuda suçlamalardan herbiri; suçlama sayısı
- count (verb) saymak, hesap etmek; sayı saymak, sayarak hesaplamak; dikkatle değerlendirmek, dikkate almak; önemli olmak; hesaba katmak, dahil etmek, hesaplarken dikkate almak; kabul edilmek, katılmak, dahil edilmek
- counter (noun) tezgâh, banko; mutfak tezgâhı; fiş, marka
- counter (verb) kötü etkisini azaltmak, etkisizleştirmek; karşılık vermek, mukabelede bulunmak
- counter (adverb) aksine, tersine
- counteract (verb) etkisiz hale getirmek, etkisizleştirmek, kötü etkilerini azaltmak
- counterpart (noun) meslektaşı, karşıtı, muadili, suret, kopya
- country (noun) ülke, memleket; kır, taşra, sayfiye, şehir dışı; millet, ulus
- countryside (noun) kırsal alan, taşra, şehir dışı, kırlık alan
- coup (noun) darbe; beklenmedik başarı, iş
- couple (adjective) bir çift; çift, karı koca
- couple (verb) eşleştirmek, birleştirmek, bağlantı kurmak, ilişkiye girmek
- course (noun) kurs; yemek, kap, tabak; parkur, yarış pisti, golf sahası, alan; tertip, kür; yol, rota, seyir; hal tarzı, hareket şekli, biçimi; gelişme, ilerleme
- court (noun) mahkeme; kort, oyun alanı; kraliyet sarayı / maiyeti
- court (verb) memnun etmek, birinin desteğini istemek için onu memnun etmeye çalışmak; almaya / elde etmeye çalışmak; kur yapmak, elde etmeye çalışmak, peşinden koşmak
- crate (noun) ambalaj sandığı, kutu, büyük kutu, koli
- create (verb) yapmak, oluşturmak, yaratmak, meydan gelmesini sağlamak
- creation (noun) ortaya konulan çalışma, kreasyon; eser, çalışma, buluş, icat; yaratılış, kâinatın yaratılışı
- creature (noun) yaratık
- credible (adjective) inanılır, güvenilir, inandırıcı
- credit (noun) kredi, taksit; takdir, övgü; hesaba yatırılan para; ders kredisi
- credit (verb) hesaba para yatırmak; inanmak, aklına getirmek, olabileceğini düşünmek
- creditor (noun) alacaklı, kredi veren kişi/kurum
- crime (noun) suç, cürüm; kabahat, suç
- criminal (adjective) suça ait, suç unsuru taşıyan; ahlaken yanlış olan, çok kötü kabahat içeren
- criminal (noun) suçlu
- crisis (noun) kriz, bunalım, zor zamanlar
- criterion (noun) değer ölçütü, kriter
- critic (noun) muhalif, karşı görüşü savunan; (oyun, kitap, film vs.) eleştirmen
- critical (adjective) eleştirel, muhalif olan; can alıcı, çok ciddi, önemli; tehlikeli, kritik, ciddi; (oyun, kitap, film vs.) eleştirel
- critically (adverb) eleştirel bir şekilde
- criticism (noun) muhalefet, eleştiri; (oyun, kitap, film vs.) eleştiri
- criticism (noun) muhalefet, eleştiri; (oyun, kitap, film vs.) eleştiri
- criticize (verb) eleştirmek
- criticize (verb) eleştirmek
- crop (noun) ürün, tahıl; ürün
- crop (verb) kırpmak, budamak, keserek biçim vermek; ürün vermek
- cross-examination (noun) çift taraflı sorgu
- cross-examine (verb) çapraz sorgulama yapmak, sorguya çekmek
- cross-section (noun) farklı kültürden oluşan toplum kesiti; kesit
- crowd (noun) kalabalık; aynı amaç için bir araya gelmiş grup, topluluk
- crowd (verb) toplanmak, bir araya gelmek; etrafında toplanmak, çevrelemek, sarmak
- crowded (adjective) kalabalık, tıklım tıklım
- crucial (adjective) kritik, çok önemli
- crucially (adverb) çok önemli bir şekilde
- crystal (noun) bir tür kristal, billur kaya; kristal; kristal, kristalleşmiş madde
- cube (noun) küp
- cube (verb) küpünü almak, bir sayıyı kendisiyle iki kez çarpmak; küp şeklinde dilimlemek
- cubic (adjective) küp, kübik
- cultural (adjective) kültürel, toplumun inanç, gelenek ve alışkanlıklarına ilişkin; sanatsal, sanata ilişkin
- culture (noun) kültür, toplum; kültür, sanat; kültür, bakteri üremesi
- curb (noun) denetleyen, kontrol eden; bordür taşı, tretuvar kenarı
- curb (verb) sınırlamak, denetim/kontrol altına almak
- cure (noun) tedavi; çözüm, çare, ilaç, derman
- cure (verb) tedavi etmek, iyileştirmek, sağlığına kavuşturmak; problemi çözmek, çare bulmak
- currency (noun) resmi para, tedavüldeki para; (fikir) geçerlilik, revaç, benimsenmişlik, yaygınlık
- current (adjective) mevcut olan, geçerli, halihazırda var olan
- current (noun) (hava) akım, cereyan; (elektrik) akım, cereyan
- current affairs (noun) güncel olaylar
- currently (adverb) şu anda
- curriculum (noun) öğretim / müfredat programı / izlencesi;
- curve (noun) kavis, eğri, kıvrım
- curve (verb) eğilmek, kıvrılmak, bükülmek, dairevi şekil almak
- curved (adjective) kavisli, eğimli
- custom (noun) gelenek, âdet, örf, alışkanlık; alışveriş, ticaret
- customary (adjective) alışılmış, âdet olan, beklenen
- customer (noun) müşteri, alıcı
- cut (noun) kesik, yara, bere; yarık, açıklık; azaltma, kesme; bir parça et; (para) pay, payına düşen; seç kesim şekli
- cut (verb) kesmek; azaltmak, kısmak; kendini kesmek, yaralamak; (film, yazı) azaltmak, kesmek, çıkarmak
- cycle (noun) dizi, demet, bir seri olaylar zinciri; bisiklet
- cycle (verb) bisiklete binmek
- cyclone (noun) kasırga, hortum, siklon
- cylinder (noun) silindir, merdane; (araç) silindir
- cylindrical (adjective) silindir biçiminde, merdane şeklinde